Sunday, November 12, 2006

‘Bizde neden büyük adam yok?

Cemil Meriç’e sorulan soru, bir mekan karmaşasının ne kadar belirginlik kazandığının çarpıcı örneğidir. ‘Bizde neden büyük adam yok?’ diye sorarlar üstada.

Derin yırtığın farkına varan Meriç, elindeki iğneye ipi geçirir ve büyük terziliğini gösterir: “Bizde” der, “büyük adam olmaz, insan- ı kâmil olur. İslam’da büyük adam yok.”

Her mekan kendi bilgesini kendine özgü şekillendirir. Her dinin, bir mekanı kendine başlangıç yapmış olmasını tesadüfle izah edemeyiz. Her din bir mekana hasrettir, her mekan da bir dine. Mü’min Doğu, kendi mekanını âlimle şereflendirir. Her âlim de insan-ı kâmil’in yaşadığı mekana hasret duyar

Mekan; kalptir, akıldır, zihindir. Sürgün edilenin her şeyden önce iç dünyası boşlukta kalır. Sürgünlük, gerçek anlamda bir mekan kaybıdır. Sürgün, eğer yeniden toprağına kavuşamazsa sadece toprağını değil zihnini de kaybeder.

Batı’nın ‘büyük adam’ı ile Doğu’nun ‘insan-ı kâmil’i arasındaki fark bir ilim ve kavrayış farkıdır. Kelam ilminin ortaya bir tanecik filozof çıkarmamış olması bir aidiyet meselesidir.

Filozof, doğunun topraklarında yeşerecek su bulamaz. Doğu çok kalabalıktır ve bu kalabalığın, ruhunu teskin edecek bilgeye ihtiyacı vardır. Oysa filozofun kimsesi yoktur. Büyüklüğünü biraz da buradan alır. Tek oluş (kalış), bir zihin meselesidir. Filozof, insanlığı yukarıdan seyreder ve müdahaleden her zaman kaçınır. Çünkü o, insan güruhunu, bir çok yönden, kendi içinde imha etmiştir. Sonunda kendini bir elektrik direğine asmaktan çekinmez. Hem çekinmez, hem de bu asılıştan bir ima yaratır.

Hiçbir filozof düşünürken şiirin kudretine teslim olmaz. Şiirin ‘teslimiyet’ ya da ‘kendini unutma’ talebine filozof zihinsel arayışlarındaki hareket ile cevap verir. Çünkü, düşünme anında filozofun zekasında şiir olana karşı bir isyan vardır. Bir çok felsefi metinle şiir arasındaki şaşırtıcı yakınlığın felsefe lehine sonuçlanmış olması, filozofun kendi ‘ben’ine bir isyanıdır. İsyanın diğer yanında hayranlık yer alır. Filozofların şairlere ilgisinde genellikle hayranlığın payı vardır. Martin Heidegger’in Hölderlin incelemeleri bir vukufiyet taşımanın ötesinde hayranlığın izleriyle doludur. Gaston Bachelard’ın şiire ve şairlere ilgisi de yine hayranlıktan çok pay taşır. Öyle ki Bachelard, Mekanın Poetikası’nda şu cümleyi kurmaktan çekinmez: “Şairleri okusalardı, filozoflar ne çok şey öğrenirlerdi!”

Felsefenin şiirle ilişkisinde her zaman bir Promete’lik vardır. Felsefi metinlerin çoğu, şiirin ateşini çalmıştır. Halbuki şiirin barındırdığı felsefe kendi ışığını kendinden alır. Şair, ateşin yurduna uğramış olmanın izlerini taşır. Bir tarafı yanıktır. Biraz da bu nedenledir ki lirizm, şiirin odağında yer alır. Oysa felsefi metinler lirik olanı bile isteye dışarıda bırakırlar. Filozofun dimağı lirik olana meylettikçe tatsızlaşır ve aklının iktidarına tuzaklar kurmaya başlar.

Filozofu şaire hayran bırakan etkenin üzerinde düşünmek bize bir çok noktada açılımlar sağlayabilir. Etik, estetik, trajik v.s kavramlarını bize tanımlamak gayretindeki filozofun, bu kavramların temsil ettiği durumları bir şiir içine sığdıran şaire hayran kalması ‘duyma’ ile ‘yorumlama yeteneği’ arasındaki hayati farkın bir sonucudur belki de.

Bizim tarihimiz ise, âlimle şair arasında bir hayranlık bağından çok bir özdeşlik bağını işaret eder. Mümin doğu, âlimle şairin yekvücut olduğu bir mekan tasavvurudur.

Filozofların tarihi, bir bakıma, şairlere hayranlık tarihidir. Âlimlerin tarihi ise çoğu zaman bir şairlik tarihidir. İslam toplumlarında âlim ile şair arasındaki fark belirgin bir ayrıma dayanmaz. Çoğu âlim şairlikten bir pay taşır. Osmanlı şeyhülislamları, o güçlü medeniyetin en âlim insanlarından biri olmakla kalmazlar. Bir çoğu, güçlü şairlerle boy ölçüşecek derecede şiir de yazarlar. Öte yandan divan şairlerinin çoğu şairlik sıfatlarının yanında âlim oluşlarıyla öne çıkarlar. Bâki’nin ya da Şeyh Galib’in aldıkları eğitim onları bir âlim seviyesine çıkaracak düzeydedir. Bilindiği üzere Şeyh Galib, bir mevlevi tekkesi şeyhidir. Yani bir ruh eğitimcisi, toplumun manevi önderlerinden biridir. Bâki ise şeyhülislamlığa aday bir âlimdir.

Doğunun imgesi paradoksal değildir. Mü’min doğu, kendi manevi şeceresini peygamberle nihayetlendirir. Ruhuna atılan çizgilerde manevi şuurun iradesi vardır. Şiirin, etimolojik kökeni içerisinde yer alan şuur, islam medeniyeti söz olduğunda ilahidir. Biraz da bu nedenledir ki, islam âlimlerinin şairle ilişkisi bir hayranlık şeklinde değil bir aynılık şeklinde tezahür eder.

Mevlânâ ve Yunus Emre ise, şair ile insan-ı kâmil’in aynı kişide birleşmesinin en belirgin iki örneğidir. Bu isimlere daha bir çok isim de eklenebilir. Ne ki, yüzlerce yıldır dillerden düşmeyen şiirlerine rağmen onları şairlik sıfatıyla sınırlayamayız. Ne Mevlana’nın ne de Yunus Emre’nin şiirle ilişkisini salt bir şairlik ilişkisi şeklinde düşünemeyiz. Onların şiirle ilişkilerini herhangi bir şairin şiirle ilişkisine benzetmek bir çok yanlışa düşürebilir bizi. İnsan-ı kâmil’in nesneyle ya da olguyla ilişkisini zekadan ve akıldan çok ilahi cezbe yönlendirir. Onun, yaratıcısına yönelişi sürekli bir teslim oluş halinde gerçekleşir. Varoluşlarını belirleyen temel ilişki biçimi budur. Bu nedenle Mevlana’nın “ben şiir yazmıyorum, benim konuşmam budur” demesi son derece doğal ve anlaşılır bir şeydir.
Dehalarındaki parlaklığa rağmen onlara filozof da diyemeyiz. Eğer bir sıfatla anacaksak bu insan-ı kâmil’den başkası olamaz.

Niyaz-ı Mısrî’yi de bir şiir eleştirmeni ya da şiir yorumcusu şeklinde tanımlayamayız. Bu, abes bir tanımlama olur. Onun Yunus Emre şathiyelerine düşmüş olduğu şerh bir metin çözümlemesi değil, bir hâl tezahürüdür.

Şuraya varmak istiyoruz: Her medeniyetin şiirle kurduğu ilişki kendine özgüdür. Doğu’nun ya da İslam medeniyetlerinin şiirle ilişkisi ile Batı’nın şiirle ilişkisi arasında bir nitelik farkı vardır.

Bizde şiir, ilim dairesi içerisinde yer alır. Âlimlerin tasarruf alanı içerisindedir. Gelenek böyle oluşmuştur. Her âlim şairlikten, her şair de âlimlikten pay taşır. Bu sıfatların bugün ayrılık gösteriyor olması modern bir durumdur. Şiire ilişkin yıllardır süren öldü – ölmedi tartışmaları ile son yüzyıl içerisinde şairin portresinin ciddiyetini biraz kaybetmiş olması niçin bu ayrılıktan kaynaklanıyor olmasın! Şairin, bugün, geniş toplum kesimi karşısında saygının nesnesi olmaktan çıkıp, bohem bir kişilik şeklinde algılanmasının gerisinde yatan neden, modern şairle âlim - şair arasındaki farkın oluşturduğu sonuçtur biraz da.

(e-mail: albumvecerceve@yahoo.com)

Yazar : MUSTAFA AYDOĞAN
Kaynak : edebistan.com

1 comment:

Unknown said...

Bu Aso tasarruf ve kredi kredi sirketidir. kisisel is için bir kredi gerekiyor, ya da tüm temizlemek için kredi ihtiyaciniz varsa
Daha fazla bilgi için evisloanfirm@gmail.com: fatura lütfen bizim bizim burada e-posta ile temasa geçin. Bilginiz için, firmamiz
Eger ilgileniyorsaniz lütfen bize geri almak hemen kredi ile halletmek için,% 2 faiz oraniyla kredi vermek
2z
Onay belgesine aktarmak.
Dolgu ve dönüs
(1) Tam adi: ………………..
(2) Kredi Tutari: ……………
(3) Kredi Süre: …………..
(4) Cinsiyet: …………………….
(5) Cinsiyet: ……………
(6) Ülke:
(7) Ev adresi: ………
(8) E-posta adresi:
(9) Telefon numarasi: ………..
Bay Evis Philip