Wednesday, June 28, 2006

Erteleme

"PEK ÇOKLARI MUTLULUGU INSANDAN DAHA YÜKSEKTE ARARLAR, BAZILARI DA DAHA ALÇAKTA. OYSA MUTLULUK INSANIN BOYU HIZASINDADIR."

KONFIÇYÜS

İNCİ

Okyanusun dibinde yatan bir istiridye, su üzerinden akıp geçsin diye, kabuğunu açmış. Su içinden geçerken, solungaçları yiyecek toplayıp midesine gönderiyormuş. Aniden, yakınındaki bir balık, bir kuyruk darbesiyle kum ve çamur fırtınası yaratmış. İstiridye de kumdan nefret edermiş; zira kum öylesine pürüzlüymüş, kabuğunun içine bir kum tanesi kaçsa son derece rahatsız olurmuş. ', 'İstiridye derhal kabuğunu kapamış ama çok geç kalmış; sert ve pürüzlü bir kum taneciği içeri girip, iç derisi ile kabuğun arasına yerleşmiş.

Aman Allahım, şu kum tanesi istiridyeyi ne çok rahatsız ediyormuş. Ama, kabuğunun içini kaplaması için kendine verilmiş olan salgı hücresini hemen çalıştırarak, minik kum tanesinin üstünü kaplamaya başlamış; ta ki, nefis, parlak ve düzgün bir örtü oluşana kadar...

İstiridye, yıllar yılı, minik kum taneciğinin üstüne katlar eklemeye devam etmiş ve sonunda müthiş güzel, parlak ve son derece değerli bir inci oluşmuş.

Bazen karşı karşıya olduğumuz  problemler bu kum taneciğine benzer; bizi rahatsız ederler ve niye bize bu derece eziyet çektirip asabileştirdiklerine şaşarız; fakat azmin getirdiği cesaret ve kuvvetle, sorunlarımızın ve zayıflıklarımızın üstesinden geliriz.

Daha alçakgönüllü, dualarımızda daha ısrarlı, çevremizdekilere daha yakın, daha akıllı ve sorunlarımıza karşı daha dayanıklı hale geliriz. Gizli bir gücün yardımı ile birden, yaşamımızdaki pürüzlü kum tanecikleri, bize kuvvet veren değerli incilere dönüşür ve çoğumuza ümit ve ilham kaynağı oluştururlar.

BİLMİYORSUN

Kaç gecedir seni uyuyorum
Seni uyanıyorum kaç zamandır
İsmin hala dudaklarımda gizli,
Seni içiyorum sabah akşam.
Kaç dumandır gözlerimde tütüyorsun
Seni ağlıyorum kaç damladır, seni gülüyorum

BİLMİYORSUN..

Hiç düşündün mü saçlarım neden böyle dağınık
Neden gözlerim bu kadar parlak
Ve seni neden seviyorum delicesine
Kaç dalgadır seni vuruyor denizler ,yüzüme
Kaç martıdır başımda dolaşıyorsun
Kaç rüzgardır saçlarımda ellerin

BİLMİYORSUN..', 'Kaç mızraptır seni vuruyorum tamburumun tellerine
Kaç sestir sen ağlıyorsun göğsümde nağme nağme
Seni çiziyorum kaç resimdir
Seni çığırıyorum türkü türkü

BİMİYORSUN..

Kaç gündür seni üşüyorum
Sana yanıyorum kaç haftadır,bilmiyorsun
Kaç buluttur ıslanıyorum aşkından
Yüzüm sen,gözüm sen ,saçım sen oldun
Kaç aynadır sen duruyorsun karşımda
Kaç ormandır yanıyorsun yüreğimde
BİLMİYORSUN..

Kaç şarkıda seni dinler ağlarım
Kaç kadehtir sen dokunuyorsun dudaklarıma
Seni içiyorum kaç şaraptır
Kaç özlemdir özlüyorum kokunu
Kaç vapurdur sen gidiyorsun içimden
Kaç saattir bekliyorum aramıyorsun

BİLMİYORSUN..

Kaç ölüdür ölüyorum ardından
Kaç mezardır gömüyorum aşkını olmuyor
Bilmiyorsun ceylan gözlüm ,bilmiyorsun
Seni neden sevdiğimi ,nasıl sevdiğimi bilmiyorsun
Seni uyanıyorum kaç sabahtır,

BİLMİYORSUN..

Önyargı

UZAKLARDA bir köyde, kocasi, çocugu dogmadan ölmüs, tek basina yasayan hamile bir kadin kendisine arkadas olmasi açisindan dagda yarali olarak buldugu bir gelincigi evinde beslemeye baslar.

Gelincik kadinin yanindan bir an bile ayrilmaz. Her ne kadar evcil bir hayvan olmasa da,oldukça uysallasir. ', 'Bir kaç ay sonra kadinin çocugu dogar. Tek basina tüm zorluklara gögüs germek ve yavrusuna bakmak zorundadir.

Günler geçer. ve kadin bir gün bir kaç dakikaligina da olsa evden ayrilmak ve yavrusunu evde birakmak zorunda kalir...

Gelincikle bebek evde yalniz kalmislardir. Aradan biraz zaman geçer ve anne eve gelir. Gelincigi ve kanli agzini görür.

Anne çildirmisçasina gelincige saldirir ve oracikta öldürür hayvani. Tam o sirada içerdeki odadan bir bebek sesi duyulur.

Anne odaya yönelir... Ve odada besigi, besigin içindeki bebegi ve bebegin yaninda duran parçalanmis bir yilani görür.

YENİLGİ GİBİ GÖRÜNEN ŞEYLERDEN GELEN ZAFER

Soğuk bir kış sabahı sahilde bulunan küçük bir koydan bir balıkçı filosu denize açıldı. Öğleden sonra büyük bir fırtına koptu ve gece olduğunda balıkçı teknelerinden hiçbirisi limana dönememişti. Bütün gece boyunca eşler, anneler, çocuklar ve sevgililer ellerini oğuşturup, kaybolan sevdiklerini kurtarması için Tanrıya yakararak rüzgara açık kıyıda bir aşağı bir yukarı dolandılar.

Bu berbat durumda, bir de kulübelerden birinde yangın çıktı. ', 'Erkekler olmadığı için yangını söndürüp kulübeyi kurtarmak mümkün olmadı.

Ancak gün ışıdığında, herkesin sevinçle gördüğü gibi balıkçı teknelerinin tümü de sağlam olarak limana döndü. Fakat, orada ümitsiz bir kişi varda. Bu kişi yangında evi kül olan adamın eşiydi.

Kocası karaya çıkarken şöyle bağırıyordu, “Aman Allah’ım, mahvolduk! Evimiz, içindeki herşeyle birlikte yangında kül oldu!”

Adam ise, kadını şaşırtan şu sözleri haykırdı, “ O yangına şükürler olsun! Yanan kulübemizin ışığı sayesinde bütün tekneler yolunu buldu ve salimen limana döndük.

Friday, June 23, 2006

Kavak Ağacı ve Kabak

Kavak ağacının yanında bir kabak filizi boy göstermiş. Bahar ilerledikçe bitki kavak ağacına sarılarak yükselmeye başlamış. Yağmurların ve güneşin etkisi ile müthiş hızla büyümüş ve neredeyse kavak ağacıyla aynı boya gelmiş.  Bir gün dayanamayıp sormuş kavağa :

- ''''Sen kaç ayda bu hale geldin ağaç?'''' ', '- ''''On yılda'''' demiş kavak.

- ''''On yılda mı'''' diye gülmüş ve çiçeklerini sallamış kabak.

- ''''Ben neredeyse 2 ayda seninle aynı boya geldim bak.''''

- ''''Doğru" demiş ağaç.

- ''''Doğru''''

Günler günleri kovalamış ve sonbaharın ilk rüzgarları başladığında kabak önce üşümeye başlamış sonra yapraklarını düşürmeye, soğuklar arttıkça da aşağıya doğru inmeye başlamış. Sormuş endişeyle kavağa :

- ''''Neler oluyor bana ağaç?''''

- ''''Ölüyorsun'''' demiş kavak.

- ''''Niçin?''''

- ''''Benim 10 yılda geldiğim yere 2 ayda gelmeye çalıştığın için.''''

BİLİM

Kimya biliminin dehası Lavoisier’in asıl eğitimi hukuktu ve paris bürosuna kayıtlı bir avukattı. Bilimsel gözlem ve yorum üstüne yaptığı konuşmaları ile ünü bütün dünyaya yayılmıştı. Kimya bilimini reddeden yobazların kafasını gösterip “bu kelleler hiçbir işe yaramaz” dediği için tutuklandı. Aynı gün yargılanıp ölüme mahkum edildi.
Lavoisier, matematikçi Lagrange’ı çağırdı. “Kellem giyotinden sepete düştüğünde gözlerime bak, eğer iki kere kırpıyorsam bil ki, insan kafası kesildikten sonra bir süre beynin düşünmekte olduğunu anlarız.”
Lavoisier’nin kafası kesildikten sonrsepete düştü ve gülerek iki kere göz kırptı.
Matematikçi Lagrange diyor ki “Lavoisier’in son saniyede ispat arayışı, bilimselliğin yüzlerce yıl sürecek meşalesidir. Ama o yobaz kafalar  ufunet üretmek için asırlarca karanlıkta sürünecekler.”

Thursday, June 22, 2006

Korku ve Sevgi


Her türlü seçiminiz ya sevgi ya korku düşüncesinden kaynaklanıyor.....

Korku;
daraltan, kapayan, içe hapseden, kaçan, gizleyen, biriktiren, yığan, zarar
veren enerjidir.

Sevgi;
genişleten, açan, yayılan, kalan, açık olan paylaşan, iyileştiren enerjidir.

Korku bedenleri giysilerle sararak gizler.
', 'Sevgi çıplak olmaya izin verir.
Korku sahip olduklarına sımsıkı yapışır,
Sevgi sahip olduklarını paylaşır.
Korku zorba yakınlık ister,
Sevgi sevecen yakınlık.
Korku sımsıkı sarar, bırakmak istemez,
Sevgi özgür bırakır.
Korku kurutur,
Sevgi yumuşatır.
Korku saldırır,
Sevgi bağrına basar

Her insan düşüncesi, sözü, davranışı bu duyguların birinden kaynaklanır.
Bu konuda başka bir seçiminiz yok, çünkü seçeceğiniz başka bir şey yok.
Ama bu iki duygudan hangisini seçeceğiniz konusunda özgürsünüz........

Neale Donald Walsch

Duygu ve Akıl

Ya aklini dinleyeceksin ya da gönlünü, eğer farklı şeyler söylüyorsa bu ikisi.

Olur da ikisini birden dinlemeye kalkarsan ne gönlün sana yar olur, ne de aklın sana yol gösterir.

Biraz duygusal ve biraz akıllı adam olup kalıverirsin orta yerde.

Öyleyse, akılsa gerekli olan, akıldan yana koy tercihini...

Yok, duygusal olman gerekiyorsa, koyver kendini gitsin... Varacağın yer, aklın da varacağı yer olacaktır.

Gün geçtikçe daha fazla kapanır olduk içimize...



Gün geçtikçe daha fazla kapanır olduk içimize...

Etrafımıza kalın duvarlı kaleler kuruyoruz. O kalelerin içinde başımızı dışarı bile çıkarmadan yaşayıp gidiyoruz. Dostlarımız, arkadaşlarımız artıyor. Onlar arttıkça biz kalelerimizin duvarlarını daha da sağlamlaştırıyoruz. Açılacak en küçük bir gediğe, o gedikten içeri girecek bir tek kişiye tahammülümüz yok çünkü. Nasıl da saklıyoruz kendimizi... ', 'Görünüşte mutluyuz. Eşimiz, sevgilimiz, arkadaşlarımız, ailemiz var. Haydi itiraf edelim kendimize. Ne paylaşıyoruz onlarla? Yüzeysel sohbetler, sahte gülüşler ve birkaç dakikalık sevinçler dışında? Kendimizi birine açarsak bütün benliğimizi yitirecekmişiz gibi hissediyoruz. Yanılıp şaşıp pişmanlığını yaşıyoruz. Sonra hiçbir şeyin yolunda gitmediğini fark ediyoruz. Aşklarımızı bitiyor, evliliklerimiz sona eriyor. İş hayatımız, aile yaşantımız sorunlar yumağı haline geliyor. Ancak, işin içinden çıkamaz hal geldiğimizde birine ihtiyaç duyuyoruz. Zamanında uzatılan her eli geri çevirdiğimizden bu kez etrafımızda kimseyi göremiyoruz. Gördüklerimizse açık ama giren yok artık. Yalnızlık çöküyor üstümüze. Taşıyamaz hale geliyoruz. Kendi elimizle kurduğumuz gurbette sürgün hayatı yaşamaya başlıyoruz.

Nerede hata yaptığımızı düşünüp duruyoruz günlerce, gecelerce...

Oysa bu sorunun yanıtı o kadar basit ki... Bir arkadaşımız suratımızı asık görüp "Neyin var bugün" diye sorduğunda, ona "Bir şeyim yok yalnız bırak beni" diye terslediğimiz an yaptık hatayı...

Eşimiz ya da sevgilimiz, "İyi misin" sorusunu yönelttiğinde sert bir şekilde "İyiyim görmüyor musun?" diye yanıtladığımız an yaptık hatayı...

Onlara bir çiçeği, bir öpücüğü bir gülümsemeyi çok gördüğümüz an yaptık hatayı...

Üstümüze titreyen annemizi "Yeter artık ben çocuk değilim, kendi başımın çaresine bakabilirim" deyip üzdüğümüz az yaptık hatayı...

Mahkum etmeyin kendinizi yalnızlığa, o en ağır yükü taşımayın. Size el uzatana siz de uzatın elinizi korkmayın... Paylaşın, paylaşmanın verdiği o müthiş coşkuyu duyumsayın içinizde. Aşkta cömert olun, saklamayın duygularınızı. Eğer bir kale kuracaksanız bunu yalnızlığa karşı kurun.

YALNIZLIK AŞAMASIN O KALENİN DUVARLARINI...

Kapattık kapılarımızı dostlarımıza

Kapattık kapılarımızı dostlarımıza

Mesafeler koyduk araya
Bir merhaba demek için, girmeleri gerekti sıraya...

Bize çok ihtiyaçları olduğu an,
Meşguldük,
Not bıraksınlardı, sonra arardık, başka zaman...

Sınavdan en iyi notu aldıklarında, gözlerindeki pırıltıyı göremedik,
Bir küçücük armağan veremedik.

Canları yandığında, bize koşamadılar nefes nefese,
Ne kadar hasrettiler bir dost sese!

Görüşürüz; ya salı, ya çarşamba günü,
Diye diye kaçırdık nişanı,düğünü,

Paylaşamadık o en coşkulu anlarını,
seveceğimiz yanlarını.

Hayat denen suyun akısında, birlikte çağlayamadık,
Ölümlerini bile geç duyduk da, vaktinde ağlayamadık...

Bu hikaye hem acı, hem uzun,
Selam vermeden geçiyoruz artık yanından komşumuzun.

Bahanelerle etrafımızı sardık
Oysa biz, birbirimiz için vardık,

Adına huzur dedik, iş dedik, can cana olmaktan vazgeçtik,
...yalnızlığı seçtik.

Herkes bir yalana kandı,
ne olursa olsun sebep,
aslında KAPILAR hep, kendi üstümüze kapandı!

Erkeklerin Cevapları

Erkeklerin Cevapları

* Kadınlar vitrinde gördükleri "İndirim" lafına dayanamaz. İndirimdeki mal kadında mıknatıs etkisi yapar. 10 tane benzer pabucu olsa indirimde gördüğü ayakkabıyı alır, siz, "Bunların aynısı dolabında var" deseniz "Sen gerçekten hiç anlamıyorsun" lafını yapıştırır.

* Kadınlar ağlar. Ancak tek başına bir köşeye çekilip de -yalnız- ağlamaz. Kadınlar, sadece sevdiği erkek duyabilecekse ağlar.

* Bütün kadınlar kesin bir cevabı olmayan konularda soru sormakta müthiş ustadır. Maksat, siz kendinizi sürekli suçlu hissedin.

* Kadınlar asla sır saklayamaz. Daha doğrusu, kadınlar için bir sırrı en yakın üç arkadaşlarına söylemek sırrı açık etmek kapsamına girmez. Bu mantıkla hepsi en yakın arkadaşlarına söylediklerinden sonunda sırrı bilmeyen kalmaz.

* Kadınlar telefona cevap vermeyi sevmez, uzun uzun çalsa dahi rahatsız olmadan açmayabilirler. Lakin telefonda dünyanın en uzun konuşmalarını yapanlar da yine kadınlardır.

*Kadın yatağa yatmadan "evvel" saçını tarayan tek yaratıktır.

* Kestirme yola sapıldığında her kadına bir "kaybolacağız" korkusu gelir.

* Kırmızı ışık, kadınlar için, "makyaj molası" işaretidir.

*İstisnasız her kadın vermesi gereken bir-iki kilo olduğunu düşünür.

* Kadınlar durup dururken eve bir buket çiçekle gelen kocadan şüphelenir.

* Kadınlar tuvaletin kapağını küçük bir hareketle indirmek yerine tuvaletten salona kadar yürür, kocasına söylenir ve tuvalete geri döner.


* Erkek konuşurken kadın lafın ortasından konuşmaya dalar ve devam eder. Aynı şeyi erkek yapacak olsa kıyamet kopar.

* Düğünlerde kadın kadına dans edenleri görünce kimsenin aklına bir şey gelmez. Erkekler için durum aynı değildir.

* Karısının göz ucuyla bir başka adama baktığını yakalayabilmiş erkek yoktur. Oysa kadınlar erkeklerini başka kadına baktığı an -saniyesinde- yakalarlar.

*Kadınların erkeklerden daha çok para kazandığı tek meslek vardır: Top modellik.

* Kadının dondurmayı nasıl yediğine bakarak karakter testi yapabilirsiniz.

* Evde saatlerce kendi giyimiyle ilgilenen kadın, sokağa çıktığında saatlerce başka kadınların elbiseleriyle ilgilenir.

* "Yok bir şey"in anlamı kadınlarda, erkeklerinkinden, tamamen farklıdır.

* Kadınlar her konuda erkeklerle eşit olmak isterler. Üç istisna: Erkek tuvaletlerine girmek, çöpü indirmek ve hesabı ödemek.

* Kadınlar asla haksız değildir... En haksız olduğu konuda bile "Kendime göre nedenlerim var" der.

* Tabiatta kadınlara karşı son sözü söyleyebilecek tek bir doğal yapı vardır: Yankı!

* Kadınlar kendilerine neler verildiğine değil, onlar için nelerden vazgeçildiğine bakar.

* Zengin adam, karısının harcadığından daha çok kazanabilen erkek demektir.

* Kadınlar "Erkeklerle eşitiz" iddiasını sürekli tekrarlamaktan vazgeçtikleri anda, erkekler kadınları kendilerinden üstün gördüklerini söyleyebilme fırsatını yakalayacak.

* Kritiklere başlayan kadın, kritik bir yaşa gelmiş demektir.

* Evlilikler aynen kazalar gibidir, iki şahit ister.

* Kadın elinizi tuttuğu anda, bilin ki, eninde sonunda tepenize çıkacaktır.(Sacha Guitry).

Kadınlar ve Erkekler

"Bütün erkekler birbirine benzer" lafında doğruluk payı büyük galiba...

Kadınların erkekler hakkında gözlemlerini derleyen Rita Rudner (ABD) şu noktaları sıralıyor:

* Erkekler kadar kendini ciddiye alan ve abartan bir başka yaratık yoktur. Erkek, televizyonda maça konsantre olmasıyla takımına maç kazandıracağını düşünen tek canlıdır.

* Kulağında küpe olan yeni nesil erkeklerle evlenmekte sakınca yoktur. En azından acının anlamını ve mücevherin değerini bildikleri kabul edilebilir. ', '* Erkeklere iş yaptırmak için işin içine "tehlike unsuru" katmak gerekir."Aman yangın çıkmasın" dediğiniz anda, erkek, mangalın başına geçer.

* Kel ve zengin olanlara dikkat edin, paranın verdiği hava basmaca kelliğin verdiği seksiliği gölgelemesin.

* Erkekler üzerinde mümkün olduğu kadar çok düğme bulunan telefonları severler. Çok düğme olunca kendilerini büyük adam zannediyorlar (bakınız aynı masada üç telefon!).

* Erkek sabahları gazeteyi ilk okuyan olmak ister, ilk siz okursanız "Ben"likleri yara alır.

* Bir adamın aynada kendisine bakışından, bir başkasına ihtimam gösterme potansiyeli olup olmadığını anlarsınız.

* Topluluk içinde asla bir adama bir şey öğretmeye çalışmayın. Erkekleri sadece onlarla baş başa olduğunuzda eğitebilirsiniz. Toplum önünde hep her şeyi biliyor olurlar.

* Bütün erkekler kirpik kıvırma aletinden ürker, yastığın yanına koysanız tabanca zannediyorlar.

* "İlişkimiz hakkında biraz konuşsak" lafı kadar erkeğin kanının donduran başka cümle yoktur.

* Bütün erkekler kendilerini çok sempatik zanneder, çoğu değildir.

* Bir erkek asla kadınların mayo satın almasının neden bu kadar vakit aldığını kavrayamaz.

* Erkekler kendilerinin de alışverişten nefret ettiklerini bildiklerinden mağazalarda "Erkekler" bölümü hemen giriş kapısının yanındadır.

* Dört adam yan yana geldiğinde spor konuşur, dört kadın yan yana geldiğinde erkekleri konuşur.

* Bir erkek hiç bir aşk filmini ikinci kez izlemez.

* Kadınlar "Onu gerçekten seviyor muyum, mutlu olur muyum" diye düşünürken erkekler "Bu arabanın 240 bastığı dış görünüşünden de belli oluyordur, değil mi" türü düşüncelere dalarlar.

* Eğer bir erkek "Seni ararım" dedikten sonra aramamışsa... Telefon numarasını kaybettiğinden veya öldüğünden değil, görmek istemediğinden aramıyordur.

* Kocanızı tenis maçında yenerseniz akşama sırtını dönerek uyur.

* Erkek sevgilinizi onun kalbini kırmadan terk etmek istiyorsanız "Senden çocuk sahibi olmak istiyorum" diyerek hedefe kestirmeden ulaşabilirsiniz.

* Pantolonunun altına body giymiş bir kadının tuvalette çektiği sıkıntıyı sadece, üzerinde kayak kıyafeti varken sıkışan adam anlar.

* Karısına "Kilo aldın" diyen adam, kendi durumunu -gözünüzün içine bakarak-"Bu pantolon yıkanırken daralmış" diye açıklar.

* Erkeğin algılaması o kadar zayıftır ki ağır çekimde tekrarı görmedikçe golün nasıl atıldığını anlamaz.

* Genelde klasik müzik dinlemeyi seven erkekler yere tükürmez.

* Erkek her şeyi unutur, kadın her şeyi hatırlar.

* Erkeklere psikanaliz yapması çok daha kolaydır çünkü hiç çıkmadıklarından çocukluklarına dönmeleri gerekmez.

* Erkeğin sürekli sizi yatağa sürüklemesini durdurmak istiyorsanız, onunla evlenin.

KENDILIGINDEN KUSURSUZLUK

Kendiliğinden kusursuzluk şeklinde tercüme edilen Tibetçe bir sözcük vardır: lhun drub. Bu sözcük, birşey üreten bir üretici olmadığı anlamına gelir. Her şey tıpkı olduğu gibidir, boşluk ve berraklığın kusursuz bir kendini göstermesi olarak temelden kendiliğinden ortaya çıkar. Bir kristal, ışık oluşturmaz: doğal işlevi yanlızca ışığı yaymaktır. Ayna yansıyacak bir yüz seçmez: doğası herşeyi yansıtmaktır.Sıradan benlik duyumuz da dahil olmak üzere ortaya çıkan herşeyin sadecezihnin bir yansıması olduğunu anladığımızda özgür kalırız.Bu anlayış olmadığında, adeta bir serabı gerçek, bir yankıyı sesinkendisi gibi, ses olacak bir yankı kabul etmiş oluruz. Ayrılma duygusu güçlüdür, biz de yanılsatıcı bir ikicilik içinde tuzağa düşmüş oluruz.

Tenzin Wangyal Rinpoche

Tibet''in rüya ve uyku yogası
Dharma yayınları

Duvara Konuşmak

Kudüs''te görevlendirilen bir gazeteci, Ağlama Duvarı''nın önünden her geçişinde, yaşlı bir Musevî''nin orada öyle durup dua ettiğini fark etmiş.

Bir hafta, iki hafta... sonunda adamla bir röportaj yapmaya karar vermiş.', 'İzin alıp teybini açmış, sormuş adama:

- Adınız?

- David. Polonya Yahudisiyim. Yaşım 65. Smalla''da bir manav dükkânım var. Evliyim. İki çocuğum Tel Aviv''de bir çiçek serasında çalışıyor...

- Sizi her gün burada, Ağlama Duvarı''nın önünde, dua ederken görüyorum.

- Evet, her sabah dükkânı açmadan buraya gelirim. Dünya barışı ve insanların kardeşliği için dua ederim. Öğle tatilinde bu sefer insanların mutluluğu, acıların sona ermesi için Yaradan''a yalvarırım. Akşam da, eve dönerken, bu kez dürüst ve iyi insanların esenliği için dua ederim. Cumartesi günümü de burada, yine dua ederek geçiririm.

- Ne güzel! Kaç senedir bunu sürdürüyorsunuz?

- İsrail''e göçtüğümden beri, yani 40 yılı geçti.

Gazeteci çok etkilenmiş, heyecanla sormuş:

- 40 yıldır her gün dua ediyorsunuz. 40 yıldır yılmadınız. Bugün nasıl bir duygu içindesiniz, neler hissediyorsunuz?

Uzun uzun iç geçirmiş yaşlı Musevî; sonra bezgin bir sesle cevap vermiş:

- Vallahi artık bilemiyorum, demiş. İçimde, sanki duvara konuşuyormuşum gibi bir his var.