Friday, January 02, 2009

Medeniyet Tarihimizi Okutmalıyız

Mehmet Niyazi
Kütüphanede bir genç bana; "Ne literatüre girmiş bilginimiz, ne de insanlığı sarsmış sanatkarlarımız var. Biz geri zekalı bir millet miyiz? Savaşlarda ganimetle yaşamaktan başka bir şey bilmiyor muyuz?" diye sordu.

Toprağa güvenle basmak isteyen gencimiz endişesinde haklıydı. İbn Haldun; "Su nasıl suya benzerse, bir milletin geçmişi de geleceğine öyle benzer" diyor. Gencimiz, geçmişimizde bir şey bulamadığı için geleceğimizi de karanlık görüyordu.

Sosyal olaylar sebeplilik karakteri taşırlar. Eski Yunan'da kayalık arazinin nasıl çetin bir hayat ortaya çıkardığını, ölürken Socrates'in Kriton'a söylediği şu cümleden de anlıyoruz: "Asklpios'a bir horoz borçluyuz; parasını ver." Yunanlılar gözlerini toprağa dikmiş yaşarlarken akıllarını son kertesine kadar kullanmak zorundaydılar; çünkü rızıklarını o verimsiz yamaçlardan çıkarmaktan başka çareleri yoktu. Eşya da onlar için çok önemliydi. Bundan dolayı, toprağın ve eşyanın şekilleri üzerindeki orantıların bilimi olan geometri eski Yunan'da gelişti. Madde onlar için tek gerçekti. Metafizik herhangi bir hamleleri olmadığı gibi Olimpos Dağı'nda yaşayan insanın sefillikleriyle malul olan Tanrıları da maddi idi.

Çölde hayat ölüdür. Topraktan ümidini kesen çöl insanı gözlerini gökyüzüne çevirdi. Çöllerdeki gökler de bambaşkadır. Canlı, lokma lokma yıldızlar dipsiz mavilikte renk cümbüşü oluştururlar. Belli aralıklarla çölleri ziyaret eden ay, o kadar canlı, o kadar yakın görünür ki, azıcık maceraperest olanın bir kement atıp onu yere indiresi gelir. Çölün acımasızlığından bunalarak kurtuluşu göklerde arayan kullarının Cenab-ı Allah herhalde dualarını kabul etmiş ki, adını bildiğimiz büyük peygamberleri oralara göndermiş. Böylece iki farklı idrak teşekkül etti. Bilebildiğimiz kadarıyla Hindistan'dan gelip eski Yunan'da oluşan idrak müşahhas olaylarla ilgilenirken, vahiy kafası daha çok mücerret konulara yatkındı. Bunun için nasıl Yunanlılar eşya ilmi olan geometriyi geliştirmişlerse vahiy idrakli Müslümanlar da cebiri geliştirmişlerdir. Zira sayılar mücerrettir; tecrit de vahiy idrakinin en önemli özelliklerinden biridir. İfade ettiği değerler olarak da dış alemdeki geometriye karşı cebir iç alemimize yönelmektedir.

Günümüzde Batı'da kümelenen medeniyet de geometrik idrakle matematik idrakin buluşmasından doğmuştur. Bu iki farklı idrakin buluşmasında en önemli rolü İbn Sina, Farabi, Harezmi, Biruni gibi milletimizin büyük evlatları oynamıştır. Bunların eserleri yüzyıllarca Batı üniversitelerinde ders kitapları olarak okutulmuş, bilim insanlarının başvuru kaynakları olmuştur.

Birkaç yıl önce Amerika Birleşik Devletleri'nde en çok Mevlânâ'nın kitaplarının satıldığı listelerde yer almıştı. 1273 yılında ölmüş bir bilgenin, apayrı bir dünyada, farklı bir dinin salikleri tarafından, iki binli yıllarda en çok okunması, hafsalaya sığacak bir olay mıdır? Ya Türkmen mollası Yunus'a ne demeli? Hangi dinden, hangi medeniyetten olursa olsun, belli zihin seviyesine ulaşan onu sevmez mi? Ondaki derinliğe nüfuz ettikçe, insan olmanın şevkini duymaz mı?

Tac Mahal'i, Süleymaniye'yi, Sultanahmet'i, Selimiye'yi, Drina Köprüsü'nü yapmış bir ecdadın çocuklarıyız. Hiçbir millete nasip olmayan medeniyetler, devletler kurmuş cihangir bir milletin ahfadıyız. Trigonometriden çiçek aşısına kadar insanlığa çok şey hediye etmiş ataların torunlarıyız. Ne yazık ki iki yüz yıldan beri yuvarlanmadık uçurum bırakmadık. Sadece son yüzyıllarımızı bilen gencimiz haklı olarak feryat ediyor. Üniversitelerimizde "Medeniyet Tarihimiz" okutulmuyor. Yarınlara ümitle bakabilmemiz ancak medeniyetimizi bilmemizle mümkündür. İnsan moralle yaşar; büyük hamleler de o moralde gizlidir.

1 comment:

Anonymous said...

hocam okuyoruzda ilgilenen kim diye sorsak bu arkadasa?