Monday, July 31, 2006

Nazım Hikmet'ten Seçmeler

AnlayamadılarBiz ince bel, ela göz, sütun bacak için sevmedik güzelim Gümbür gümbür bir yürek diledik kavgamızda... Ateşin yanında barut, barutun yanında ateş olasın diye!.. Rakı sofralarında söylenip, acı tütün çiğnercesine sevdik ANLAYAMADILAR...İyimserlikŞiirler yazarım basılmaz basılacaklar ama Bir mektup beklerim müjdeli belki de öldüğüm gün gelir mutlaka gelir ama Ne devlet ne para insanın emrinde dünya belki yüz yıl sonra olsun mutlaka bu böyle olacak ama Karıma MektupBir tanem!Son mektubunda:“Başım sızlıyoryüreğim sersem!”diyorsun.“Seni asarlarsaseni kaybedersem;”diyorsun; “yaşayamam!”Yaşarsın karıcığım,kara bir duman gibi dağılır hatıram rüzgârda;yaşarsın, kalbimin kızıl saçlı bacısıen fazla bir yıl süreryirminci asırlılarda ölüm acısı.Ölümbir ipte sallanan bir ölü.Bu ölüme bir türlürazı olmuyor gönlüm.Fakat emin ol ki sevgili;zavallı bir çingeneninkıllı, siyah bir örümceğe benzeyen eligeçirecekse eğer ipi boğazıma,mavi gözlerimde korkuyu görmek için boşuna bakacaklar Nâzım'a!Ben, alaca karanlığında son sabahımındostlarımı ve seni göreceğim,ve yalnızyarı kalmış bir şarkının acısınıtoprağa götüreceğim...Karım benim!İyi yürekli,altın renkli,gözleri baldan tatlı arım benim;ne diye yazdım sanaistendiğini idamımın,daha dava ilk adımındave bir şalgam gibi koparmıyorlar kellesini adamın.Haydi bunlara boş ver.Bunlar uzak bir ihtimal.Paran varsa eğerbana fanila bir don al,tuttu bacağımın siyatik ağrısı,Ve unutma kidaima iyi şeyler düşünmelibir mahpusun karısı.

Thursday, July 27, 2006

Nefreti aşmanın tek yolu var: Affetmek...

Başkalarını affettiğimizde biz özgürleşiriz.

Nefret yaşamdan zevk almamızı, insanların güzel yanlarını görmemizi engeller. Hiç kimse saf iyi ya da saf kötü değildir. Salt kötülükleri görmek bir süre sonra şüphe, depresyon ve umutsuzluk denizinde boğar insanı.

Nefret dolu bir yaşam, mutsuz bir yaşamdır. Affetmek insanı derinleştirir.', 'Affetmek için, insanın ruhsal ve zihinsel olarak kendisini hazır hissetmesi gerekir. Çünkü affetmek bir seçimdir.

Kimsenin zorlamasıyla affetmek mümkün değildir. Affetmek bir süreçtir.

Birdenbire affedişler bile bir sürecin ürünüdür.

Affetmeyi seçtiğinizde kimse size borçlanmayacaktır. Yani koşullu affetme yoktur. Diğer insanın da sizi affetmesini, değişmesini veya sizin istediğiniz gibi olmasını beklemeyin.

Affetmek bir seçimdir. Amacı sizin rahatlamanızdır, sizin özgürleşmenizdir. Nefret duyduğunuz kişinin yaşıyor ya da ölmüş olması sizin affetme sürecinde duyduğunuz acıların yoğunluğunda bir farklılık yaratmayacaktır. O acılar sizin acılarınız.

Affetmek kolay değildir. Fakat özgürleşmek için gereklidir. Çoğu insan affetmenin nefret ettiği kişiyi suçsuz ya da haklı bulduğu anlamına geleceğini sanır.

Oysa affetmek, geçmişteki anıların boyunduruğundan kurtulmak, yaşamımızı kontrol altında tutmasına son vermek demektir.

Affetmek, o kişiyi sevmek değil.
Affetmek, o kişiyle konuşmak zorunda olmak değil.
Affetmek, o kişiyle ilişkiyi sürdürmek değil.
Affetmek, o kişinin beklentileri doğrultusunda davranmak değil.
Affetmek, o kişiyi kucaklamak değil.
Affetmek, o kişiyi suçsuz bulmak değil.
Affetmek, o kişiyi haklı bulmak değil.
Affetmek, o kişinin verdiği zararları telafi etmek için çaba göstermemek değil.

Affetmek kırgınlığın, küskünlüğün, nefretin hapishanesinden özgürlüğe kavuşmaktır.

Affetmek artık acıyı hissetmemektir. Yapılanları zihinsel olarak unutmak zaten mümkün değildir.

"Duygusal unutma" affetmenin diğer adıdır.

Kadın

zevkli bir kadina rastlarsaniz zevkiniz,
bilgili bir kadina rastlarsaniz  bilginiz,
zeki bir kadina  rastlarsaniz zekaniz gelisir.', 'hayat kat kattir; babil''in asma bahceleri gibi
teraslar  halinde yukselir.
bir terastan bir terasa sizi kadinlar goturur.
ve, bugun durdugunuz teras, seyrettiginiz manzara,
gordugunuz hayat, yaninizdaki kadinin terasi,
manzarasi, hayatidir....
hayatiniz, sectiginiz kadindir...

yunan mitolojisinden

HİÇ BİR ŞEY BENİM DEĞİL

Benim olan bana ait gibi görünüyor. Halbuki ben daima benim olana aidim. Mülkiyeti tartışma götürmez biricik Şey `Benlik'' olması gerekir. Fakat işin derinliklerine inecek olursak, kimseye tabi olmayan, başlı başına, ayrı ve mutlak bir unsur nerede?. Görünsün ya da görünmesin,başkaları, iç ve dış alemimizi paylaşırlar. Kurtulmanın çaresi yoktur. Tam bir inzivada bile, dağın ancak bir zerresi, denizin bir damlası olduğumu dehşetle hissediyorum. Kafama ve etime ölülerin mirası hakim, düşüncem ölülere ve dirilere borçlu, hareket tarzım, irademe rağmen, tanımadığım ve aşağıladığım varlıkların etkisi altında.', 'Ne ki biliyorsam, başkalarından öğrendim. Her kullandığım Şey başkalarının eseridir. Satın mı aldım? Ne çıkar? İşçi, esnaf, sanatkar olmasa, `Robinson''dan daha çıplak kalırdım. Bir yere gitmek istesem, başkalarının yaptığı, ürettiği makinelere ihtiyacım var.

Benim meydana getiremediğim bir dille konuşmaya mecburum ve benden evvel gelmiş olanlar, haberim olmadan bana zevklerini, duygularını ve peşin hükümlerini kabul ettirmişler.

Benliğimi parça parça sökecek olsam, onda hep dışarıdan gelmiş parçalar ve kırıntılar buluyorum. Her birinin üzerine kaynak etiketi koyabilirim. Şu, annemden, bu ilk dostumdan, ötekisi şundan bundan bana geçmişti. Bütün bu aldıklarımın bir bilançosunu yapacak olsam, benliğim boş bir şekil, içinde tek gerçek şey bulunmayan bir kelimeden ibaret kalıyor.

Bir sınıfa, bir ırka, bir millete aidim ve ne yaparsam yapayım, kendi çizmediğim bu sınıflardan kurtulmayı başaramayacağım. Her fikir bir akisten, her hareket bir yinelemeden başka bir şey değil. İnsanlarıyanımdan kovabilirim, fakat çoğu tek başıma kaldığım halde, görünmeden, bende yaşamakta devam ediyor.

Uşaklarım varsa,onlara tahammül etmek, itaat etmek zorundayım; dostlarım varsa hoş görmeye, hizmet etmeye mecburum; paraya gelince, bakmak, çoğaltmak, korumak lazım.iktidar, kölelikle eşittir. Gerçekte hiçbir şey benim değil. Bir parça duyduğum zevki, artık mevcut olmayan veya ömrümde görmediğim insanların esinine borçluyum. Hal şu ki; ne aldığımı biliyorum, ne de verdiğimden haberim var.

Kimsenin doğurmadığı, benden başkasının katılmadığı, mutlak surette benim diyebileceğimi bağımsız ve gizli çekirdek nerede? Sahiden bir borç yığını, dev bir cüssenin esiri, bir zerreden gayrı bir şey değil miyim? Ve sahiden kendimizin zannettiğimiz biricik şey `benlik'' bütün öteki şeyler gibi, gururumuzun basit bir yansıması, bir kuruntusu değil midir?

keşkeler_iyiki’ler

teypte eski bir cohen  sarkisi :
"yolumu gözleyen bir kadini  terk ettim karsilastik  bir süre sonra ''gözlerinin feri sönmüs '' dedi bana: ''askim, ne oldu sana?''böyle gerçegi söyleyince ben de dogru söylemeye çalistim ona ''senin güzelligine ne olduysa'' dedim, ''benim gözlerime de o oldu''.', '8 - 10 dizeye sikismis hazin bir ask hikayesi...

buruk; kirilmis oyuncaklar kadar...
ve yenik; "keske"li cümleler gibi...
bu sözcügü kaç konusmanizin basina eklemisseniz onca iskalamissinizdir hayati ..
dört mevsimlik bir sene olsa ömür, "keske", onun güzüne denk gelir. hepten vazgeçmek için erkendir, telafi etmek için geç...
maglubiyetin takisidir "keske"...
kaçirilmis firsatlarin, bastirilmis  duygularin, harcanmis hayatlarin, bosa yasanmis  ya da hakkiyla yasanamamis yillarin, gecikmis itiraflarin agitidir.
çarpilip çikilmis bir kapida, yazilip yollanmamis bir mektupta, göz yumulmus  bir haksizlikta, vakit varken öpülmemis  bir elde, dilin ucuna gelip ertelenmis  bir sözdedir.
feri sönmüs  bir çift gözde ya da yitip gitmis  bir güzelligin ardindan iç çekiste...
"yolunu gözlemeseydim", "öyle demeseydim", "terk edip gitmeseydim", "en güzel yillarimi  vermeseydim" diye diye sizlanir gider.

"keske"nin panzehiri "iyi ki"dir. ilki ne kadar pisiriksa, ikinci o denli yigittir.
"keske", çogunlukla bir "ahhla kopup gelir cigerden... esefler, hayiflanmalar, yerinmeler sürükler pesinden..." iyi ki" ise, muzaffer bir "ohhla buyur; cüretiyle övünür.
"keske"li cümlelerde nasil yasanmamisligin, yarim kalmisligin o ezik tuzu kurulugu varsa, "iyi ki"lilerde de göze alabilmisligin, riske girebilmisligin, tadina varabilmisligin magrur yaralari  kanar.Okulu hiç kirmamissinizdir, sinemada öpüsmemissinizdir; dokundurtmamissinizdir kendinize, bir kez olsun gemileri yakmamissinizdir.
konusmaniz gerektiginde susmus , kosacaginiz zaman durmus ,sarilacaginiz yerde kopmussunuzdur.Bir insana, bir ise, bir davaya ömrünüzü adamissinizdir.
o insanin, o isin, o davanin, bunu hak etmedigini sezmenin hayal kirikligindadir "keske"... " simdiki aklim olsaydi " dövünmesindedir.Geriye dönüp baktiginizda, ayiplara, yasaklara, korkulara, tabulara feda edilmis , "ne derler"e kurban verilmis , son kullanma tarihi geçmis  bir yigin haz, bilinçaltindan el sallar. "keske"cilerin hayati , kasvetli bir pismanliklar mezarligidir. " iyi ki" öyle mi ya!...onda, yara bere içinde de olsa, yana yana, ama doyasiya yasamis  olmanin iç huzuru ve hakli  gururu haykirir.

" iyi ki"lerinizi toplayin bugün ve "keske"lerinizden çikartin. fazlaysa kardasiniz demektir. Aldirmayin yüreginizdeki kramplara, mahzun hatiralara... Rüzgarlarla kostunuz ya..."keske"leriniz, "iyi ki"lerden çoksa...
telafi için elinizi çabuk tutun. tutun ki, yolunuzu gözlerken terk ettiginizle bir gün yeniden karsilastiginizda siz susarken, feri sönen gözleriniz "keske" diye nemlenmesin...

can dündar

ÖĞRETİ

Bir gün Buda ve bir grup keşiş birlikte dikkatle yemek yemeyi bitirdikten sonra çok heyecanlı bir çiftçi yanlarına gelip sordu:

“Keşişler, ineklerimi gördünüz mü? Böyle bir talihsizlikle nasıl baş edebileceğimi bilmiyorum.”

Buda ona,

“Ne oldu?” diye sordu.', 'Adam “Keşişler, bu sabah oniki ineğimin hepsi de kaçtı. Ve bu yıl bütün susamlarımı böcekler yedi!” dedi.

“Efendi, biz senin ineklerini görmedik. Belki öteki tarafa gittiler.” dedi Buda.

Çiftçi o tarafa doğru gittikten sonra Buda Sangha’sına dönüp dedi ki,

“Arkadaşlarım, yeryüzündeki en mutlu insanlar olduğunuzu biliyor musunuz?

Kaybedecek ineğiniz veya susamınız yok.”

Her zaman daha çok biriktirmeye çalışırız ve bu “ineklerin” varoluşumuz için elzem olduğunu düşünürüz.

Aslında bunlar bizi mutlu olmaktan alıkoyan engeller olabilir.

İneklerinizi bırakin ve özgür olun. İneklerinizi bırakın ki gerçekten mutlu olabilesiniz.

Tuesday, July 25, 2006

Arkadaşlar

Bir gün, bir bilge,  
kendi türleriyle uçmayı reddeden  iki ayri cins kuşa rastlar yol kenarında. Hayli merak eder bu iki farkli yaratığın nasıl olup da kendi aileleriyle,
ait olduklari yerlerde yasamak istemediklerini,  
nasil olup da bir 'yabancı'yı kendi kardeşlerine yeğlediklerini. Biri karga, biri leylek...
O kadar farklıdır ki kuşlar
ihtimal veremez birbirlerini sevdiklerine,
Kardeşleriyle değil de birbirleriyle uçmayı yeğlediklerine. 
Öyle ya, karga dedigin kargalarla uçmalıdır,
 leylek dediğinse leyleklerle. 
Yaklaşır ve merakla inceler kuşları. 
Ta ki her ikisinin de topal olduğunu keşfedinceye kadar.  
O zaman anlar ki,
birlikte kaçar, birlikte uçar, birlikte yaşarlarbeklenenlerin yanında tutunamayanlar. 
O zaman anlar ki, sahip oldukları değil, sahip olmadıklarıdır kimilerini birbirlerine yakın kılan.  
Topal kuşlar birbirlerinin 'arıza'larını bilir
ve sömürmek ya da örtmek yerine kabullenirler öylesine.  
En sahici dostluklar ortak varlıklar üzerine değil,
ortak yoksunluklar üzerine kurulanlardır. 
Aynı şekilde zengin, aynı şekilde mesut olanların
ortak paydaları sabun köpüğü gibidir  uçar, söner.  
Ortak acı, ortak hüzün, ortak pürüzdür esas yakınlaştıran,
yaklaştıran..
Mesnevi'den

Kimsenin Söylemediği Kurallar

Kural 1: Asla kendinden şüphe etme... Sen ne hissediyorsan o her zaman doğrudur. Dünyadaki bütün insanlar toplansa ve sana aksini söylese bile senin hissettiklerin senin için doğrudur. Onlar farklı hissedebilir, farklı düşünebilir ama bu senin hissettiklerinin yanlış olduğunu göstermez, sadece onlardan farklı olduğunu gösterir.
Kural 2: Asla farklı olduğun için utanma. Eğer çevrende senin gibi düşünen, seni anlayan insanlar yoksa, o zaman çirkin ördek yavrusu hikayesini hatırla... Muhtemelen sen yanlış yerde, yanlış insanlarla birlikte olduğun için seni anlamıyorlardır. O halde hedefin ait olduğun yeri bulmak olmalıdır. Asla muhteşem bir kuğu olduğun gerçeğini unutma ve ördek olmak için uğraşma.
Kural 3: Geçmişte yaptıkların için pişmanlık duyma ve özür dileme.... Yaşadıklarının senin için önemli bir ders olduğunu kendine hatırlat. Bu tecrübe ile aldığın bilgiyi özenle incele, olayda yaptığın hataları ve yeniden aynı durumda olsan nasıl davranacağını iyice düşün ve gelecek olaylar için kendini hazırla. Kırılan vazo tamir edilemez ama gelecekte başka vazoların kırılması önlenebilir
Kural 4: Mümkün olduğunca kimsenin senin adına karar vermesine izin verme ama başkalarının haklı olabileceğini de unutma. Bu hayat senin ve istediğin gibi yaşamaya hakkın var, fakat başkalarını dinle ve onların bakış açısını anlamaya çalış.
Kural 5: Ailen dışındaki insanlarla ilişkilerinde asla kendi ihtiyaçlarını ikinci plana atma ve kendini hayallerle kandırma. Her zaman ama her zaman önce sen gelmelisin. Asla başka insanlar üzülmesin diye kendini üzmeyi tercih etme. Sen kaldırabiliyorsan, onlarda kaldırabilir. Karşındaki insan senin mutluluğunu düşünmüyorsa ve senin üzülmene yol açıyorsa, o zaman o insan sana değer vermiyor demektir. Bu kişileri değiştireceğini yada sana zamanla önem vereceğini düşünme. Sana karşılıksız sevgi veren ve senin için her şeyi göze alabilecek tek insanlar ailendir.
Kural 6: Asla kaybetmekten korkarak, sırf inanmak istediğin için karşındaki insanın sevgi sözcüklerine inanma. Sevgi insanın kalbindedir, gözlerindedir, davranışlarındadır, ses tonundadır, sana verdiği önemde ve değerdedir, senin için yaptığı fedakarlıklardadır. İnsanlar çok kısa zamanda sevgi sözcüklerini umarsızca dağıtmaya başlarlar. Bunları dinle ama gerçek sevgiyi karşındakinin davranışlarına bakarak bul. İnanmak istediğin için değil gerçek olduğu için karşındaki insanın sözlerine inan...
Kural 7: Her zaman ama her zaman, mutlaka kalbini dinle. Hayatta senin için neyin doğru olduğunu bir tek içindeki ses söyleyebilir. Dolayısıyla içindeki sesle konuşmayı öğren. Her gün kendinle kalmak için zaman ayır ve kalbini dinle. Başka şekilde hissetmek için ikna etmeye değil, gerçekten ne hissettiğini bulabilmek için dinlemeye çalış. Bazen içindeki ses sana çok zor geleni yapmanı söyleyebilir yada duymak istemediklerini söyleyebilir…Korkma... ve içindeki sesi dinlemeye devam et...
Kural 8: Her zaman ama her zaman, mutlaka kendine iyi davran. Kendini sev, şefkatle yaklaş. Yanlış yaptığında acımasızca kendini eleştirip üzme... Aksine başını okşa, kendini kucakla ve her şeyin geçeceğini söyle. Üzgün olduğunda, kırıldığında, acı çektiğinde, mutsuz hissettiğinde kendine özen göster, tıpkı hasta bakar gibi kendine bakım uygula. Yapmaktan hoşlandığın aktivitelerle meşgul ol ve bu durumdan çıkarak kimsenin seni incitmesine, üzmesine izin vermeyeceğini göster.
Kural 9: Hayatta her şeyin bir bedeli olduğunu asla unutma ve bedel ödemekten istemediğin için kendini boşlukta bırakma. Örneğin bir insanı incitmişsen, ödeyeceğin bedel o insanın güvenini yitirmektir. Eğer seni sevmeyen biriyle birlikteysen, yalnız kalmaktan korkup ilişkide kalma, çünkü kalmanın bedeli sevgisiz bir hapiste yaşamaktır. Eğer farklı olmaktan korkuyorsan ve başka insanları taklit edip onlar gibi olmaya çalışıyorsan, ödeyeceğin bedel kendine olan saygını yitirmek olacaktır. Diğer taraftan bazen kendin gibi olmanın bedelinin de yalnız kalmak olduğunu unutma. O halde yaşamda her zaman bir bedel ödeyeceğini hatırla. Bir adım atmadan önce mutlaka ödeyeceğin bedeli bil ve kazanacaklarına değip değmedine bakarak kararlarını ver.
Kural 10: İnsanlara karşı nazik ve sevecen ol, ne olursa olsun asla bir başka insanı kırmak için konuşma, bilinçli olarak üzmeye çalışma ve kendi acını hafifletmek için bir başkasını yaralama.
Kural 11: Hayatta en büyük dostun sen olabileceğin gibi hayattaki en büyük düşmanın gene sen olabilirsin. Seçimini yap ve kendin için dostu mu yoksa düşmanı mı olacağına karar ver. Yaşamdaki tüm acıları atlatabilirsin, her şeye rağmen mutlu olmayı başarabilirsin, istersen kötü alışkanlıklarını bırakabilir ve her zaman yeniden başlayabilirsin. İstersen kendine yeni bir hayat kurabilirsin. Eğer kendinin dostu olabilirsen….
Kural 12: Asla tecrübe kazanmaktan kaçma… Ne kadar zor olursa olsun, yeniden ayağa kalk ve yola devam et. Hayatı öğrenmek için o tecrübelere ihtiyacın var. Kalbin aşk acısı ile yaralanmış ise, sonsuza kadar kendini aşka kapatma. Ruhun insanların acımasızlığı ile incinmiş ise, hayata küsüp kendini karanlık bir dünyada yaşamaya zorlama. Bedenin çok büyük acılar çekmişse, kendini uyuşturup bırakma. Unutma bilge insan hayatı yaşayandır.
Cesur insan korkusuzca devam edebilendir.
Kahraman insan tüm acılarına rağmen yenilmeyendir.

Monday, July 24, 2006

Anladım

Reiner Maria Rilke, birgün derin düşüncelere dalmış olan Rodin'in yüksek bir şükran duygusuyla ağzından "Anlamaya başlıyorum" (Je commance á comprendre) sözcüklerinin döküldüğünü söyler.
Rodin sözlerine şöyle devam etmiş:
- "Bunun da nedeni, bir şeyi anlamak için yoğun çaba harcamamdır; bir tek şeyi anlayan, her şeyi anlar çünkü."
Anlamak, pek öyle sanıldığı kadar bir çırpıda kendisine ulaşılıveren bir hâl değildir; meşakkat ister, yorulmak ister, yoğun çabalar sarfetmek ister. Herhangibir şeyi anlamaktan söz etmiyoruz; bilâkis bir şeyi anlayıp anlamadığımızdan emin olmayı kastediyoruz; "anlamaya başlıyorum" diyecek denli derin bir kavrayış hâlinden, eşyanın hakikatini anlayıp kavramaktan söz ediyoruz.
Bazen anlarsınız, ifade edemezsiniz; bazen de ifade edersiniz ama ifade ettiğinizin ne anlama geldiğini bilemezsiniz.
Anlamak bir hâldir ve bu hâlin bile kendi içinde bitimsiz mertebeleri vardır. Tamam, doğru anlıyorsun, ama acaba hangi mertebede?
Anladığını zannettiğin nice şey vardır ki daha yukarı mertebelerde o 'anlayış' -kelimenin tam anlamıyla- 'anlayışsızlık' olarak görünür sana. "Güya ben de anladığımı zannetmiştim" dersin. Anlamadığını anlamamışsan, nice anlayışın bir adım sonra anlayışsızlığa dönüştüğüne hiç tanık olmamışsan, bu tür açıklamaları "işi yokuşa sürmek" şeklinde yorumlamaktan kaçınamazsın; anlamanın, bilmenin bir ayrıcalık gerektirdiği hakikatine tahammül edemezsin.
Herkesin 'ilim' sahibi olması gerekmediği gibi, herkesin her ilmin sahibi olması da gerekmez. Bilinecek olanlar çok, zaman ve imkânlar ise kısıtlı. "Bilmediklerimizi bilenlere sorarak veya yazdıklarını okuyarak öğreniriz" tesellisi fevkalâde aldatıcıdır. Niçin? Çünkü herkesin her şeyi bilmesi ve anlaması gerekmez. Nasibi de olması gerekir; yani bilmeyi istediği şey'le arasında bir nisbetin, bir oran ve orantının bulunması da gerekir. Arada nisbet yoksa, tâlibin nasibi de yok demektir. Önce nisbet kurulmalı, nasib gelmeli, ardından da anlama/bilme hâli beklenmeli...
Tasavvuf metinlerini alıp eve yığmak, gelişigüzel o sayfalarda dolaşmak, beylik bir iki alıntıyla bu işlerden anlıyormuş gibi davranmak nefse güzel görünen aldatıcı hâllerdendir ve fevkalâde zararlıdır, hatta tehlikelidir.

Kral ve Eşleri

Kral ve eşleri bir zamanlar, büyük ve güçlü bir ülkeyi yöneten kralının 4 eşi varmış.

Kral en çok 4;ncü eşini severmiş, bir dediğini iki etmez, her şeyin en güzelini en iyisini ona verirmiş.

Kral 3;ncü eşini de çok severmiş. Bu güzelliğin bir gün kendisini terk edebileceğinden korktuğu için, onu çok kıskanır, üzerine titrermiş.

2;nci eşini de severmiş kral. Kendisine karşı her zaman iyi ve sabırlı davranan eşi, kralın ne zaman bir derdi olsa daima onun yanında bulunur sorunun çözümünde ona destek verirmiş.

Kraliçe olan 1;nci eşiymiş kralın. Onu en çok seven, karşılık beklemeden seven, sağlığına ve hükümranlığına en büyük katkıyı sağlayan bu eşi olmasına rağmen, kral 1;nci eşini sevmezmiş ve onunla hiç ilgilenmezmiş.

Bir gün kral ölümcül bir hastalığa yakalanmış. Yakında öleceğini anladığı ve öldükten sonra yapayanlız kalmaktan çok korktuğu için, eşlerinden hangisin ölüm yanlızlığını kendisi ile paylaşmak isteyebileceğini öğrenmek istemiş.

En çok sevdiği 4;ncü eşine ölüm yolculuğunda kendine eşlik etmek ister mi diye sorduğunda aldığı yanıt kalbine bıçak gibi saplanan kısa ve net "mümkün değil " olmuş...

Hayatım boyunca seni sevdim. Sen benimle birlikte ölmeyi kabul edermisin sorusuna 3;ncü eşi de "hayır, hayat çok güzel. Sen ölünce ben yeniden evleneceğim" diye yanıt vermiş. Kral bir kez daha yıkılmış.

Her sorunumda her zaman yanımda olan bana yardım eden sendin, bu sorunumda da bana yardımcı olurmusun talebine karşı 2;nci eşinden; "bu sorunun için hiç bir şey yapamam, olsa olsa sana mezarına kadar eşlik eder, güzel bir cenaze töreni yaptırır ve yasını tutarım" karşılığını almış.

Büyük bir hayal kırıklığı yaşamakta olan kral 1;nci eşinin sesi ile irkilmiş.
"nereye gidersen git seninle olurum, seni takip ederim... " ah diye inlemiş kral; "keşke bir şansım daha olsaydı.... "

Yaşamda hepimiz 4 eşliyiz aslında.

4;ncü eşimiz vucudumuz. Onun güzel görünmesi için ne kadar zaman, kaynak ve çaba harcarsak harcayalım öldüğümüzde bizi terk edecektir..
3;ncü eşimiz sahip olduğumuz servetimiz ve statümüzdür. Ölür ölmez başkalarına yar olacaktır.

2;ncü et ailemiz ve dostlarımızdır. Tüm sorunlarımızı paylaştığımız bu kişilerin en son yapabilecekleri şey bu dünyadan gözleri yaşlı bizi uğurlamak olacaktır.

1;nci eş ise ruhumuzdur. Bizimle gelir...

Unutmayın; yediklerimiz değil, hazmettiklerimiz bizi güçlü yapar.

Kazandıklarımız değil, biriktirdiklerimiz bizi zengin yapar.

Okuduklarımız değil, hatırladıklarımız bizi bilgili yapar.

Başkalarına ettiğimiz öğütler değil , bizzat uyguladıklarımız bizi insan yapar.....

Wednesday, July 19, 2006

Buda Öğretileri

· Yaşamı boyunca aklını kullanan biri, ölümden bile korkmamalıdır.
· Her şey, nedenlerin ve koşulların rastlantısal kesişmesi sonucunda ortaya çıkar ve yok olur.
· Hiçbir şey, tamamıyla tek başına var olmaz; her şeyin başka her şeyle bağlantısı vardır.', '· İnsanın zihni kötülüklerden arınırsa, çevresi de kötülüklerden arınacaktır.
· Size verilenleri gözünüzde büyütmeyin; başkalarını da kıskanmayın. Başkalarını kıskanan kişi, asla manevi huzur bulamaz.
· Kızgınlığa sarılmak, başka birine atmak üzere akkor halindeki kömürü avuçlamaya benzer; yanan kişi siz olursunuz.
· Bize düşüncelerimiz şekil verir; düşündüğümüz şey oluruz. Zihin kötülüklerden arındığında, neşe, asla terk etmeyecek bir gölge gibi onu takip eder.
· Gücenme duygusu zihinde canlı tutulduğu sürece kızgınlık asla yok olmayacaktır. Gücenme duygusu unutulduğunda kızgınlık anında yok olacaktır.
· Samimiyetsiz ve kötü kalpli bir arkadaş, vahşi bir hayvandan daha korkutucudur; vahşi bir hayvan, bedeninizi yaralayabilir; ama kötü kalpli bir arkadaş zihninizi yaralar.
· Her şey değişebilir; her şey ortaya çıkar ve yok olur; insan, yaşam ve ölüm acısını tadana kadar gerçek mutluluğu ve huzuru bulamaz.

Buda (MÖ 563?-483?)

Hintli filozof ve Budizmin kurucusu. Hindistan’ın Kapilavastu kentinde doğmuştur. Bu kent, günümüzde Nepal’in içinde yer alır. Sakya savaşçı kastının liderinin oğlu olan Buda, o dönemde Siddharta adıyla anılmaktaydı. Daha sonra, Sakyamuni (Sakyaların Bilgesi) adıyla da anılmaya başlamıştır. Gautama Buda adı, aile adı Gautama ile Buda lakabının birleşmesinden oluşur ve “Aydınlanmış Kişi” anlamına gelir.

Buda’nın yaşamı hakkında günümüze kadar gelen bilgilerin tamamı, ölümünden çok sonra, nesnel tarihçilerden ziyade idealist halefleri tarafından yazılmıştır. Sonuç itibariyle, gerçekleri, içine gömüldükleri mit ve efsane yığınından ayırt etmek zordur. Mevcut kanıtlar, Buda’nın gençliğinden itibaren meditasyon ve derin düşünce konularına ilgi gösterdiğini ortaya koymaktadır. Bu durum, onun bir din filozofu değil, bir savaşçı ve komutan olmasını isteyen babasını hoşnut etmemiştir. Babasının isteklerine boyun eğmek zorunda kalan Buda, genç yaşta evlenmiş ve sarayın dünyevi yaşamına katılmıştır. Buda, tasasız ve zevke düşkün bir konumda olmayı can sıkıcı bulmuş; bir süre sonra evini terk etmiş ve aydınlanma arayışıyla yollara düşmüştür. Rivayete göre, 533 yılında bir gün, yaşlı bir adam, hasta bir adam ve bir ceset ile karşılaşmış; o anda, kalbinin derinliklerinde, insanoğlunun ortak kaderinin acı çekmek olduğunu fark etmiştir. Daha sonra, serinkanlı ve dingin görünümlü bir dilenci keşişle karşılaşmış ve böylece tüm yaşam şeklini değiştirerek, doğru olanı bulmak adına ailesini, servetini ve gücünü ebediyen terk etme kararı almıştır. Bu karar, Budizmde Büyük Feragat olarak bilinir ve Budistler tarafından tarihsel bir dönüm noktası olarak kutlanır. Rivayete göre, Gautama, o zamanlar 29 yaşındadır.

Buda, Kuzey Hindistan’da bir dilenci olarak dolaşırken önce Hinduizmi araştırmıştır. Bazı ünlü Brahma hocalarından ders almış; ama Hint kast sistemini itici, Hintlilerin dünya nimetlerinden uzak durmalarını ise anlamsız bulmuştur. Araştırmasına devam etmiş; önce beş mürit edinmiş, sonra da bunları kaybetmiştir. Yaklaşık 528 yılında, Gaya yakınlarında bir ağacın altında, günümüzde Bihar eyaleti içinde Buddh Gaya olarak anılan yerde otururken, acı çekmekten kurtulmanın nasıl olacağını gösteren Büyük Aydınlanmaya erişmiştir. Kısa bir süre sonra, Benares yakınlarındaki (bugün Varanasi olarak anılır) Deer Park’ta ilk vaazını vermiştir. Metni halen korunan bu vaaz, Budizmin özünü anlatır. Pek çok kişi, bunu, ahlaki yüceliği ve tarihsel önemi açısından Hz. İsa’nın Dağda verdiği vaazla karşılaştırılmaya değer bulur.

Beş mürit, Benares’te yeniden Buda’ya katılmış ve Buda, müritleriyle birlikte, Ganj Nehri’nin bulunduğu vadi boyunca gezerek, öğretilerini aktarmış, mürit toplamış ve kastına bakmaksızın herkesi kabul eden keşiş toplulukları kurmuştur. Kısa bir süre için memleketine geri dönerek babasının, karısının ve diğer aile bireylerinin kendi inanç sistemine bağlanmalarını sağlamıştır. Buda, 45 yıl misyonerlik yaptıktan sonra Nepal’de Kusinagara’da öldü. Ölüm sebebi, mikroplu domuz eti yemesidir. Öldüğünde yaklaşık 80 yaşındaydı.

Buda, büyük bir insan olup asil karakteri, güçlü vizyonu, sonsuz merhameti ve derin düşünce biçimi ile tanınır. Yalnızca yeni bir din kurmakla kalmamış; aynı zamanda Hintlilerin hedonizm anlayışına, dünya nimetlerinden uzak durmalarına, aşırı ispritizma felsefelerine ve kast sistemlerine karşı sürdürdüğü mücadele, Hinduizmin kendisini derinden etkilemiştir. Buda’nın metafiziksel tahmin yürütmeyi reddetmesi ve mantıksal düşünce biçimi, Doğu düşüncesinde o zamana kadar eksik olan önemli bir bilimsel anlayışın doğmasını sağlamıştır. Buda’nın öğretileri, yaklaşık 2500 yıldır milyonlarca insanın yaşamını etkilemiştir.

Kovadaki Çatlak

Hindistan''da bir sucu, boynuna astığı uzun bir sopanın uçlarına taktığı iki büyük kovayla su taşırmış. Kovalardan biri çatlakmış. Sağlam olan kova her seferinde ırmaktan patronun evine ulaşan uzun yolu dolu olarak tamamlarken, çatlak kova içine konan suyun sadece yarısını eve ulaştırabilirmiş. Bu durum iki yıl boyunca her gün böyle devam etmiş. Sucu her seferinde patronunun evine sadece 1,5 kova su götürebilirmiş.', 'Sağlam kova başarısından gurur duyarken, zavallı çatlak kova görevinin sadece yarısını yerine getiriyor olmaktan dolayı utanç duyuyormuş. İki yılın sonunda bir gün çatlak kova ırmağın kıyısında sucuya seslenmiş.

-"kendimden utanıyorum ve senden özür dilemek istiyorum."
-"neden?" diye sormuş sucu.
-"niye utanç duyuyorsun?"

kova cevap vermiş;
-"çünkü, iki yıldır çatlağımdan su sızdığı için taşıma görevimin sadece yarısını yerine getirebiliyorum. benim kusurumdan dolayı sen bu kadar çalışmana rağmen, emeklerinin tam karşılığını alamıyorsun."

Sucu şöyle demiş;
-"Patronun evine dönerken yolun kenarındaki çiçekleri fark etmeni istiyorum."

Gerçekten de tepeyi tırmanırken çatlak kova patikanın bir yanındaki yabani çiçekleri ısıtan güneşi görmüş. Fakat yolun sonunda yine suyunun yarısını kaybettiği için kendini kötü hissetmiş ve yine sucudan özür dilemiş.

Sucu kovaya sormuş;
-"Yolun sadece senin tarafında çiçekler olduğunu ve diğer kovanın tarafında hiç çiçek olmadığını fark ettin mi? Bunun sebebi benim senin kusurunu bilmem ve ondan yararlanmamdır. Yolun senin tarafına çiçek tohumları ektim ve her gün biz ırmaktan dönerken sen onları suladın. İki yıldır ben bu güzel çiçekleri toplayıp onlarla patronumun sofrasını süsleyebildim. Sen böyle olmasaydın, o evinde bu güzellikleri yaşayamayacaktı."

* * *

Hepimizin kendimize özgü kusurları vardır. Hepimiz aslında çatlak kovalarız. Büyük planda hiçbir şey ziyan edilmez. Kusurlarınızdan korkmayın. Onları sahiplenin. Kusurlarınızda gerçek gücünüzü bulduğunuzu bilirseniz eğer, siz de güzelliklere sebep olabilirsiniz.

Kuyuya düşen eşek

Bir gun koylunun birinin essegi kuyuya dusmus. Hayvan saatlerce aci aci dustugu kuyudan feryat edip duruyormus. Koylu ise kuyunun basinda oturmus bu durumla nasil basa cikacagini dusunur dururmus. Koylu dusunup tasinip yasli hayvani o kuyudan kurtarmaya degmeyecegine karar vermis. Ona gore tek care kuyuyu ve icindeki hayvani toprakla ortmekmis.', 'Koyden bir kac komsunu yardim icin cagirmis. Ellerine almislar kurekleri, baslamislar kuyunun dibindeki essegin ustune topraklari atmaya. Zavalli hayvan anlamis basina gelenleri baslamis aci aci feryat etmeye. Fakat bir sure sonra sasirtici bir sey olmus, Kurekler artikca hayvanin da seside azalmaya baslamis taki sonunda neredeyse hic sesi cikmaz olmus. Koyluler bu duruma meraklamislar ve neler oldugu anlamak icin kuyunun dibine baktiklarinda bir de ne gorsunler.

Her atilan toprak kuyuda katlar olusturmus ve hayvan onlardan silkinerek neredeyse kuyunun agzina kadar gelmemis mi? Onlar sasira dursun bizim essek atmis adimlari, disari cikmis sevirenek...

Kissadan hisse :

Hayat bazen bizimde uzerimize kurekle pis tozlar orter. Bunlarla basetmenin tek yolu yakinip, sizlanip durmak degil, soyle bir dusunup silkinmek ve tum o tozlardan kurtulmak boylece aydinliga adim atmaktir. Bu yoldan hic bir Zaman vazgecmeyin sadece silkinin, uzerinizden gitsin ve mutluluga ulasmanin su 5 harika kuralini unutmayin:

1-Kalbini kin ve nefretden koru

2-Kalbini gereksiz endiselerden koru

3-Basit yasa, mutlu yasa, icten sev

4-Hayata karsi sen daha verici ol

5-Hayattan her zaman daha az sey bekle.

Clean Christians Moral Stories

Hayatın Getirisi

Sular yükselince balıklar karıncaları yer,  sular çekilince de karıncalar  balıkları. Yani üstünlük bugün karıncadaysa yarin balığa gedebiliyor, ya  da tam tersi. Karınca ya da  balık olmanın sağladığı üstünlüğe sevinmek kendimizi kandırmaktan öte bir  anlam taşımıyor, çünkü kimin  kimi yiyeceğini gerçekte suyun hareketi belirliyor.', ' Hayatin ne getireceğini hiçbirimiz  bilemeyiz.

Kader

Epiktetos yirmi asır önce demiştir ki:

"Kader önünde sonunda, şöyle veya böyle günahlarımızın bedelini önümüze koyar. Görünen ya da görünmeyen zaman içinde herkes günahlarının bedelini öder. Ektiğini biçer. Bunu bilen adam kimseye kızmaz, gücenmez, kimseyi aşağılamaz, kimseyi itham etmez, kimseden nefret etmez, kimseye kin tutmaz. Bunu bilen adam karşılaştığı aksiliklere şaşmaz. Önüne çıkan maddî-manevî engellerin kendi günahlarından başka bir şey olmadığını bilir." ', 'Düşmanlarınızı düşünmek için ayıracağınız bir dakika bile düşmanlarınızdan daha değerlidir. Nefret ve intikam hissi size büyük zararlar verir. Aristo söyle diyor: "İdeal insan iyilik yapmaktan zevk alır. Kendisine iyilik yapılırsa mahcubiyet duyar. Çünkü iyilik yapmak üstünlük işareti, bir iyiliğe muhtaç duruma düşmek zaaf işaretidir."Karşılaşacağımız nankörlükten dolayi üzülmemek için hazırlıklı olalım. Karşılık beklemeden iyilik yapalım.

Mutluluk minnet beklemekte değil, minnet gösterilmesinden rahatsızlık duyulacak olgunluğa erişmektir.

Mutlu olmak için 8 Özel Armağan

1.Dinleme...

Ama gerçekten dinleyin. Kesmeden, hayal kurmadan, vereceginiz cevabi düsünmeden...

Can kulağıyla dinleyin.

2.Sevgi...

Kucaklamalar, öpücükler, sırt sıvazlamalar ve el tutmalar konusunda cömert olun.

Bu ufak hareketler, aileniz ve dostlarınıza olan sevginizi daha açık göstermenizi sağlayabilir.

3.Kahkaha...

Fıkra anlatın, neşeli hikâyeleri paylaşın.

Bu armağanınız "seninle birlikte gülmeyi seviyorum" anlamına gelir.

4.Yazılı bir not...

Basit bir "Yardımın için teşekkürler" notu, ya da belki bir şiir...

Kisa, elle yazılmış bir not bazen ömür boyu hatırlanır.

5.İltifat...

Basit, içtenlikle söylenen bir söz ("Bu renk sana ne çok yakışmış", "Harika bir iş çıkardın","Yemek nefis olmuş" gibi) karşınızdakinin içini aydınlatır.

6.İyilik...

Her gün, rutininizi kırıp birisine hoş,nazik bir şey yapın.

7.Yalnızlık...

Bazen tek istediğimiz yalnız kalmaktır.Bu anlara duyarlı olun ve ihtiyaci olana yalnız kalma armağanını verin.

8.Neşeli bir yapı...

Birine tatlı bir söz söylemek gibisi yoktur. Selam vermek veya teşekkür etmek o kadar zor mu?

Tuesday, July 18, 2006

BİR BABANIN OĞLUNA ÖĞÜTLERİ!...

Türkiye'de hiç bir zaman döviz üzerinden borçlanma.

Başbakan dahil hiç bir siyasi liderin veya bakanın demecine inanıp islerini onlara gore sakin düzenleme .

.Hiçbir zaman acele karar verme ve verdiğin karardan kolay geri dönme, bu davranış kendine güvenini arttırır.

Arkadaşına kefil olmak yerine, eğer imkanın varsa ona borç vermeyi teklif et.

Eğer bir mal satman gerekiyorsa mümkünse vadeli satma, peşin sat, hatta biraz zarar etsen bile böyle yap.

Kredi kartı ile alışveriş yaparken kartını görevliye veya garsona sakin teslim etme, bizzat sen kasaya otur, pos (kredi kartı) cihazından geçişini izle ve makineden çıkan fisin rakamlarını kontrol et.

Kredi kartı şifreni banka görevlisi de olsa bile kimseye söyleme ve atm makinesi kullanırken de çevredeki kişilere gösterme.

Hiçbir kooperatife üye olma çünkü 1990 senesinden sonra kooperatif yoluyla ev veya arsa sahibi olmanın hiçbir avantajı kalmadı.

İŞ HAYATI:

En zor taklit edilen imza , bir defada kalemi kağıttan kaldırmadan atılan imzadır.

İmzanı bu şekilde atmaya gayret et, en büyük ve yenilmeyen tek gücün bilgi ve tecrübe olduğunu unutma..

Her kime olursa olsun kefil olacaksan ödeyebileceğin rakamdan fazlasına kefil olma , kefalet tutarı belli olmayan sözleşmelere imza atma, aksi takdirde her şeyini kaybedebilirsin.

Bir arkadaşına borç verirken her zaman geri gelmeyebileceğini düşünerek, seni üzmeyecek bir tutarda borç ver, ıs hayatında hiç kimseye olduğundan fazla değer verme, hiç kimseyi de küçük görme ıs yerine girerken kapıcının elini sık, hizmetlinin hatırını sor, gerektiğinde karşılıksız yardımda bulun.

Yürüyebileceğin mesafelerde otomobil kullanma.

Hiçbir zaman görevde iken bir devlet memuruna hakaret etme, hatta ona vurmayı aklından bile geçirme. Aksi takdirde bir yıla kadar hapis cezası alabileceğini unutma. Noterde işin olduğunda mümkünse sabah gitmeye çalış.

OTOMOBİL İÇİN:

Otomobil satın alınırken satısı en kolay olan marka ve modelde araç satın almaya gayret et. Bu senin hazır para kaynağın olmalıdır. Çünkü insanin büyük paraya ne zaman acilen ihtiyaç duyacağı belli olmaz.

Otomobiline binmeden önce lastikleri, kullanırken motor hararetini, araçtan indiğinde camları ve kapıların kilitlerini kontrol etmeyi unutma..

Güvenebileceğin bir tamircinin telefonu her zaman yanında olsun.

Mümkünse ayni marka otomobilin yeni modellerini satın al, böylece tamircin hep ayni kalır.

Otomobilinin periyodik bakimi ile trafik ve sigorta belgelerinin tam ve eksiksiz olmasına dikkat et.

Arabanının tüm emniyet ve güvenlik sistemleri tam olsa bile ayrıca alarm taktir. Hırsızı caydıracak tek şey budur.

EV YAŞAMINDA:

İyi bir avukatın, elektrik tamircisinin ve su tesisatçısının adresi kolayında olsun.

Sabah uyandığında yatağını mutlaka topla.

Is kıyafetini çorabın da dahil olacak şekilde aksamdan hazırla, gerektiğinde çamaşır yıkamayı öğren, ancak kendi giyeceklerinin ütüsünün tamamını her zaman kendin yap.

Çorba, pilav , makarna yapmayı, et terbiye etmeyi ve pişirmeyi mutlaka öğren.

Evin içinde cumartesi ve pazar hariç pijama veya eşofmanla dolaşma, hatta bu günlerde bile uygun bir kıyafet giy.

Ev içinde çorapla veya yalınayak gezme. Mümkünse sadece ev içinde giyebileceğin rahat bir spor ayakkabın olsun.

Esin, aksam yemek hazırlarken mutfaktan ayrılma yardımcı ol, yemekten sonra sofrayı mutlaka sen topla.

Mümkünse her yemekten ve tatlı yedikten sonra dişini fırçala, yemek aralarında yediğin aperatiflerden sonra ağzını suyla çalkala, yanında mentollü veya naneli sakızın her zaman olsun.

Yemek öncesi ve yemek sırasında bol su iç.

Kapıya gelen satıcıdan bir şey alma, tlf ile sana hediye çıktığını ve teslim etmek veya tanıtım için eve gelmek isteyenleri hemen geri cevir.

TATİL YAPARKEN:

Tatile, sağlık ve eğitime harcayacağın paraya acıma.

Her yıl yeni bir tatil yöresinde tatilini geçirmeye özen göster.bu sana omur boyunca kırk yada elli farklı yerde tatil yapman demektir.

Sakin devremülk alma, bu senin omur boyunca ayni yerde ve ayni zamanda tatil yapman anlamına gelir ki belli bir zaman sonra taç vermez. Ayrıca bütün yıl ödeyeceğin sabit masraflar ise işin fazladan tuzu biberi olur. Özel hayatin da, esinle kendi aranda mesafeyi yok etme her zaman onunda bir özel yasamı olduğunu kendi arkadaşları ile gezip eğlenme hakki olduğunu unutma.

Esinin yükselen burcunu karakterini çok iyi öğren.

Arasıra esine sürpriz yap, eve çiçekle git, tiyatroya bilet al..onu iyi bir restoranda mutlaka aksam yemeğine otur.

Sadece; allahtan, evlat acısı yasamaktan, yetim hakki yemekten, kuru iftiraya uğramaktan, sabırlı insanin öfkesinden, korkusuz insanin cesaretinden ve kendi nefsinden kork..

Ben bunların çoğunu yapamadım ama sen yap..!

Baban

Tek kalan saygı

Tüketmek ıçın bunca acele ettıgınız takvım yapraklarına onca hızla çevırdıgınız akreplere yelkovanlara, ıçıne gönüllü daldıgınız o ınsafsız  rutın çarkına söyle bır uzaktan baktıgınızda ne hıssedıyorsunuz?', '"ne kadarı benım hayatım" dıye soruyor musunuz? Ne kadarını baskaları yasamıs benım yerıme.... Ya da ben baskalarının?.. "aynadakının ne kadarı ben''ım, ne kadarı oynadıklarım? Sevgıyı koydum kum saatının dolu dızgın akıp gıden kumlarının her bır zerresıne....

Çünkü bır tek sevgı var elımızde; bunca yıldan damıtılıp gelen.. Yıne bır tek o kalacak, yasanacak yıllarından gerıye... Bır tek sevgı olacak bunca telastan artakalan ötesı yalan.......

Can dündar

Seks, kahve, içki ve sigara

Günümüzün totemleridir. Uyarılma, duygunun yerini aldı.

Bugünün dünyasında talihsiz eşitlikler vardır:
Yakınlık mı istiyorsun? Seviş.
Enerjik mi olmak istiyorsun? Kahve iç.
Çekingenliğinden kurtulmak mı istiyorsun? Içki iç.
Modamsı bir dayanak mı istiyorsun? Sigara iç.', 'Nasıl oldu da bunlar, doğal olarak yapılması gerekenlerin yerini aldı?

Neden insanlar yapay uyarıcılar olmaksızın yaşayamıyorlar?

Neden yakınlığı duyarlılıkta, enerjiyi sağlıkta bulmaya çalışmıyoruz?

Engellerimizi aşabilirsek çekingenliğimiz ortadan kalkacaktır. Üstelik bir şeylere sahipmiş gibi görünmek zorunda da kalmayız. Ancak o zaman çiçek açacaktır yaşam.

acelesi var insanın!
yol ne, menzil ne, belli değil,
hatta çoğunlukla,
umurunda bile değil,
ama bir yerlere, bir şeylere
acelesi var insanın!
kısa, keskin, çarpıcı duyumlar peşinde,
genliği fazla, sabırla yayılan,
saran, sarmalayan duygular yerine.
hastalıkta ve sağlıkta,
seçimler, çözümler
hep kestirmeden yana,
ve o denli geçici, o denli yetersiz.
döküp saçarken, dokunup kaçarken,
defalarca deneyip vazgeçerken,
olanlardan kendi bile habersiz.
doymaya değil, doymamaya kayıtlı
sanki yaşamına değil, ölümüne bir koşu.
oysa, ne güzeldir
durabilmek, susabilmek,
farkedebilmek için dahil olunan an’ı.
ve ne güzeldir, hissedebilmek,
hem de en yoğunca,
gecenin kuytusunu, günün canlanışını.
suyun tadını, havanın sarılışını.
hissedebilmek,
bir arının sabrını, kuşun heyecanını,
ve sevginin her zamanda, her yerde,
sessizce kalp atışını.

KUSURLARIMIZ VE HEYBE

Tanrı kusurları çift gözlü bir heybeye doldurmuş, kendi kusurlarımızı heybenin bir gözüne, başkasının kusurlarını ise heybenin diğer gözüne.', 'Ve insanoğlu da kendi kusurları olan gözünü sırtına, başkasının kusurları
dolu olan kısmını ise önüne gelecek şekilde, heybeyi boynuna asmış.

Işte bu yüzden; Başkalarının kusurlarını sürekli görür ve acımasızca eleştiririz.

Kendi kusurlarımızı ise hep görmezden geliriz.

MUTLULUKTA KM TAŞLARI

     *     Bugünü yaşayın ve geçmişte olan şeyler için endişelenip pişmanlık duymaktan vazgeçin. Yarın da dünyada yapmanız gerekenleri kafanıza takmayın.

     *     Mutlu düşünün. Hayata olumlu bakın. Sadece olumlu düşünmek bile sizi daha mutlu kılmaya yetecektir.', '*     Başkalarından çok kendinize vakit ayırın. Hoşunuza giden şeylerle ilgilendiğiniz günleriniz ve geceleriniz olmalı. Yürüyüşlere çıkın. Kitap okuyun.

     *     Önce kendinizi tanıyın ve doğru anlayın. Gerektiğinde yargıya varabilmek için ona ihtiyacanız olacak. Zekanız, hafızanız, yargı değerleriniz ve diğer insanlarla ilişkileriniz bütünlüyle sizi ortaya koyar.

     *     Herkesin farklı yapılarda insanlar olacağını ve onları değiştirmenizin mümkün olmadığını kabul edin. Böylece hayat çok daha ilginç, zahmetsiz ve mutlu hale gelir.

     *     Zamanınızı sorunlar üzerine değil, çözümler üzerine yoğunlaştırak harcayın.

     *     Sizi mutlu eden aktivitilerinizi anlattığınız bir günce yazın ve onu sık sık okuyun ve daha fazlasını yapın.

     *     Hayatı asla ertelemeyin. Aksi taktirde siz meşgul olduğunuz zamanlarda olanlar daha sonra sizi üzebilir. Her zaman kendiniz için vaktiniz olmalı.

     *     Yaratıcı olun.Yaratacılık her zaman sanat anlamına gelmez. Bu hayata bakış açısı,bir düşünce tarzıdır. Yaşadığınız her gün ayrı bir maceraperest ruhu getirebilmektedir.

     *     Ne kadar paranızın olduğu mutluluğunuz için önemli olmamalı. Önemli olan harcayabildiğiniz kısmıdır.

     *     Bütçenizi düzenli oluşturun.Savurganlık yapmaktan kaçının veharcamalarınızı düzenli yapın.

     *     "İŞ"; hayatınızın en önemli parçasıdır. Becerinizi doğru bir şekilde değerlendirdiğinizden emin olun.

     *     Kariyer yapma ve başarınızı geliştirme gibi kurslara devam edin.

     *     Bunaldığınız anda o ortamdan ayrılın. Temiz hava sakinleşmenizi sağlayacaktır. Daha sonra başka şeylerle ilgilenin.

     *     Evinizin dünyadan kaçmak için sığınacağınız yer olduğundan emin olun. Burası sizin işyeriniz gibi olmamalı.

     *     Duygularınıza cevap verin.Örneğin evinizde hafif bir aydınlatma kullanın, etrafınıza sizi rahatlatan eşyalar yerleştirin.

     *     Bütün ilişkilerinize şefkatli davranın. Karşılığında "Şefkatli Gülümsemeler" bulacaksınız.

     *     Aşk ilişkinizde de Gülmeyi ve Güldürmeyi unutmayın.

     *     Kendinizi ÇOK SEVİN. Eğer karamsarlığa kapılırsanız; size kimin ve neden önem verdiğini düşünün.

     *     Son olarak da kendinizi bir güzel kucaklayın. Kendinizi Sevdiğiniz için, Sevmeyi başardığınız için

G E N Ç L E R L E B A Ş B A Ş A

Ord.Prof.Dr.Ali Fuat BAŞGİL

    Çalışmak için müsait gün ve saat bekleme. Bil ki, hergün ve her saat çalışmanın en müsait zamanıdır.

   Çalışmak için müsait yer ve köşe arama. Bil ki, her yer ve köşe çalışmanın en müsait yeridir.

   Bir günde ve bir zamanda yapman lazım gelen bir işi, ertesi güne bırakma. Zira her günün derdi gibi, işi de kendine yeter.

   Bir zamanda yalnız tek bir iş yap, yalnız bir ders ve bir kitap hatta bir fasıl üzerine çalış.

   Başladığın bir işi yapıp bitirmeden başka işe başlama. Yarıda kalan iş, başlanmamış demektir.

   Bir günün işini bitirdikten sonra, ertesi gün ne iş yapacağına karar ver.

   Bir işi başlamadan, bir dersi öğrenmeye, bir kitabı okumaya oturmadan evvel düşün ve çalışman için lazım olan şeyleri yanında ve elinin altında bulundur.

   Çalışmaya oturduğun zaman, tıpkı ateş hattında düşmanı gözetleyen asker gibi uyanık ol ve dikkat kesil.

   Bir işi başlamadan evvel o işi en kısa zamanda, en kolay, en temiz surette nasıl yapmak nasıl öğrenip etüd etmek mümkün olduğunu iyice düşünüp hesapla.

   Çalıştığın bir iş üzerinde herhangi bir güçlüğü yenmeden bir adım bile gerileme. Bil ki yılgınlık maskeli bir tembelliktir. Çalışma sevgisi güçlükleri yenmekten doğar.

   Bir işte yorulursan dinlenmek için, işini değiştir ve çalışma hızını yavaşlat, dinlenme bahanisiyle boş oturma.Boş oturanın içi, işlemeyen demir gibi pas tutar.

   Hergün iyi bir eserden yüksek sesle beş on sahife oku. Bu sayede konuşma ve söz söyleme istidadın gelişir.

   Çalıştığın bir dersin, fasıl ve bahislerini bitirdikçe, kitabı kapayıp okuduğunu ezberden hülasa halinde not et. Bir dersi en iyi anlayıp öğrenmenin yolu onu bu suretle yazmaktır.

   Dil bilgisi, bir gaye değil bir vasıtadır. Asıl gaye olan fikir zenginliğidir.

   Kişinin kıymeti, dilinin altında ve kaleminin ucunda gizlidir. Onu söz ve yazı açığa vurur.

   Her şeyden önce ana dilini iyi konuşmayı ve yazmayı öğren. İnsan için en faydalı olanı, kendi anadilidir.

   Bir işe öfkeli ve sinirli iken karar verme, bekle öfken geçsin, zira öfke ile kalkan zararla oturur.

   Çok konuşma. Yerinde ve özlü konuş. Kıymet ve tesir çok sözde değil, yerinde ve özlü sözdedir.

Sunday, July 16, 2006

SESSIZLIK


Sessizliği ara.
Sessizlikte mutlu ol.

İnsan yolda ilerlerken gitgide sessizliği daha çok ister hale gelir. O büyük bir rahatlık, avunç ve huzur kaynağı olacaktır.

Derin bir sessizlik ve sakinliğe ulaştığınız zaman yüreğinizde büyük bir hoşnutluk duyacaksınız. Burası nihayet saldırıya, ya da savunmaya gereksinim duymayacağınız, gerçekten açık olabileceğiniz bir yerdir.', 'Burada saf ve kutsal bir şeye ulaşmaktan kaynaklanan korku ve hayranlıkla dolu saygı duygusunu hissedeceksiniz. Bu varoluşun güzelliğidir.

“sessizlik…
sadece sesin değil,
her şeyin yokluğunca.”

herkes susar da,
ses susmaz içinde.
duygular konuşur,
düşünceler tartışır,
bir telaş ki, durmaksızın.
adeta her hücre bir talepte,
beden yorgundur, yürek kırgın,
zihinse olan bitenden şaşkın.
kontrolsüz, yaygaracı bir kalabalık
dolanır seninle her yerde.
sessizliği dilersin, sus kılan karmaşayı,
sorusuz, sorgusuz, kavgasız,
öylece kalakalmayı.

Acilarin yorumunu yapmak anlamsizdir...


Hiçbir zaman geriye dönülmez...Hiçbir büyü olanlari degistiremez, suç kimsenin degildir. Aldigin yaralar ne denli derin olursa olsun, yüreginde sakladigin keyifli anlari, küçük mutluluklari unutma...Kendine zaman tani, Nasil olsa bu da geçer, gider..Yitirmek bizi tüketir. Ama yüregine acilari gömmeyi ögrenmelisin...Yasam seni yeniliyecektir. inan bana... Geçmisi ardinda birakmanin ve her seye yeniden baslamanin sagladigi..Mutlulugu yasamani isterim...

Bütün basarisizliklari, kederleri, kötü yazgilari senden uzak tutabilsem keske: ama o zaman yasamin kendisinden uzak düserdin...

Mutluluk kadar kalp acilari, yürek sancilaridir bizi canli kilan ve yeniden yasama baglayan...Mutlulugu sakinarak sürdür; ödünç alinmistir çünkü......

NEREYE GiDERSEN GiT..Yürüdügün o bildik yolda yeni basangiçlar olacaktir. Korkular, kuskularla dolu zorluklar yasanacaktir. Mutlu saskinliklar da olacaktir.

Bir dönemeçte dünya ayaklarinin altinda uzanacak bir digerine derin vadiler karsilayacaktir seni...Yürüdükçe yeni tatlar, yeni kokular, yeni dokunuslar kesecek yolunu...Bu seçtigin yol senin mutlulugun, senin yasamin...Mutluluk diliyorum.

Ancak kendi kabuguna çekilerek yasanan mutlulugu degil.....Rahatlik ugruna hayallerinden vazgeçerek elde edilen türden olani da degil......Gerçekten yapmak istediklerini yaparken yasanacak mutlulugu...

Ya da çaba gösterme riskini, verme riskini, sevme riskini göze aldiginda duyulan mutluluklari...

Atom Bombası

George Bush bir ilkokulu ziyaret eder. Cocuklara:

- Sorusu olan var mi? der. ve kücük Bob sözü alir.- Benim üc sorum olucak:

1- Secimlerde daha az oy almaniza ragmen nasil olduda Baskan oldunuz?
2- Hiroshima'ya atilan atom bombasi sizce dünyanin en büyük terör
Faaliyeti degil midir?
3- Hicbir neden yokken neden Irak'a saldirmak istiyorsunuz?

Aniden zil calar ve cocuklar tenefüsse cikarlar. Cocuklar geri döndügünde bu sefer sözü kücük Tom alir. Benim bes sorum olacak:

1- Secimlerde daha az oy almaniza ragmen nasil olduda Baskan oldunuz?
2- Hiroshima''ya atilan atom bombasi sizce dünyanin en büyük terör
Faaliyeti degilmidir?
3- Hicbir neden yokken neden Irak''a saldirmak istiyorsunuz?
4- Bugün neden zil 30 dakika erken caldi?
5- Bob nerede?

Beyin ve Kalp

Aslında sevgiyi kazanmanın tek yolu vardır. Kalbimizle beynimiz arasındaki bağlantıyı tam kurmamız gerekmektedir.

Unutmamalıdır ki mantığımız avcı, duygularımız ise avdır. Bunun örnekleri her zaman karşımıza çıkmaktadır. Mantığını kullanan insanlar gerek sevgi gerekse diğer yaşamsal konularda karşısındakilere hükmede bilmekte, yaşamında daha çok duygulara önem veren insanlar bu kişiler karşısında bir av olmaktan öteye geçememektedir. ', 'Günümüze dek sevginin kaynağı kalp olarak görülmüştür. Buna itirazım yok tabii. Fakat kalbin daha çok duyguların kaynağı olduğuna inanıyorum. Ya da beynin bu işlerle ilgilenen uzantısı veya bağımsız bir parçası bence kalpte yer alıyor. Lakin bir gerçek varsa sevginin kalpten ham bir duygu olarak çıktığı.

Beyin bu duyguyu işleyerek nefret, aşk, ihtiras, sevgi vb. duyguların ortaya çıkmasına sağlar. Aşk,sevgi gibi kavramalar devamlı yaşanıldığı, hatırlama pek gereksinmediği için beyin tarafından tekrar kalbe gönderilir. Nefret, ihtiras gibi duygularda ise hafıza ağır bastığı için beyinde kalır. Bundan dolayıdır ki sevenler kalbiyle, nefret edenler ise mantığıyla, düşüncesiyle nefret eder.

Eğer beynimizin kalbimize hükmetmesini engellersek sevgi katillerini fark etmek imkansızdır. Yazımda insanlar arası sevgi dedim ama insanlar arası sevginin boyut değiştirdiği bir kavram var. Çoğunlukla karşı cinsler arasında yaşanan aşk kavramından bahsediyorum. Bazıları aşık olunduktan sonra sevgi duyulduğuna inansa da aşkın ana temasının sevgi olduğunu herkes kabul eder sanırım.

Sevgiyi her canlıya veya nesneye duyabildiğimiz halde aşkı insanlara hissettiğimiz düşünülürse burada bir ayrım noktasına gelmiş oluruz. Aşkla sevgi arasında yer alan bir çok kademe vardır. Sevgi, güven, arkadaşlık, ilgi, sadakat, dostluk, sevgili, mantık ve aşık. Sıralamam kişiye göre değişebilir fakat benim inancım aşık olduktan sonra seven insanların aslında bu kademelerin birinde takılı kaldıkları.

Sevgi(elektrik olarak da tanımlanabilir) hissettiğiniz insana güvende duyuyorsanız bir arkadaşlık başlamıştır. Arkadaşlık menfaat içeren bir olgudur, ilgi ve sadakat ile birleşince dostluk oluşturur. Bu noktaya kadar normalde her insana her canlıya duyulabilecek bir sevgidir. Sevgili kavramı ise mantığın kurbanı olamazsa ve karşılıklı ise aşkın diğer ismidir.

Bu yüzden olmalı ki bir çok kişi tarafından dostluk ve sevgili,aşk ile karıştırılır. Aşk bu sevgi ile arasında ki tüm duyguları barındıran bir kavramdır ve kolay kazanılmaz. Dikkat ettiyseniz sevgiye dayalı intihar vakkalarında hiç kimse “aşkım için ölüyorum” tabirini kullanmamakta ”sevdiğim için ölüyorum” demekdedir.

Aşk ölümle kirletilemez. Aşkın yüceliği budur. Sırf aşık oldum demekle kendine acı çektirmek isteyenlerin çokluğu nedeni ile günümüzde aşkı mumla arar olduk. Gerçi sevginin bile artık gerçekçi olmadığı bir dünyada aşkı bulamamaktan doğal ne olabilir.

(Yazarı bilinmiyor)

Kendiliinden kusursu

''Kendiliğinden kusursuzluk'' şeklinde tercüme edilen Tibetçe bir sözcük vardır: lhun drub. Bu sözcük, birşey üreten bir üretici olmadığı anlamına gelir. Her şey tıpkı olduğu gibidir, boşluk ve berraklığın kusursuz bir kendini göstermesi olarak temelden kendiliğinden ortaya çıkar.

Bir kristal, ışık oluşturmaz: doğal işlevi yanlızca ışığı yaymaktır. Ayna yansıyacak bir yüz seçmez: doğası herşeyi yansıtmaktır.

Sıradan benlik duyumuz da dahil olmak üzere ortaya çıkan herşeyin sadece zihnin bir yansıması olduğunu anladığımızda özgür kalırız.

Bu anlayış olmadığında, adeta bir serabı gerçek, bir yankıyı sesin kendisi gibi, ses olacak bir yankı kabul etmiş oluruz. Ayrılma duygusu güçlüdür, biz de yanılsatıcı bir ikicilik içinde tuzağa düşmüş oluruz.

Tenzin Wangyal Rinpoche
Tibet'in rüya ve uyku yogası

Thursday, July 13, 2006

Mustafa Kemal'i Sevmek

Tuncay ÖZKAN
Sevmek…Mustafa Kemal'i sevmek… Özgürlüğü ve bağımsızlığı sevmek… Bunları karakter, yani ruh, öz, omurga olarak kabul edenleri sevmek. Mustafa Kemal'i sevmek… Fikri hür, ilmi hür, irfanı hür olanları sevmek… Mustafa Kemal'i sevmek…Yoksul, yürekli, namuslu,yalansız, riyasız, pazarlıksız…Tertemiz alnından vurulup düşen hem de daha , bir tek kurşun atmadan, o istedi diye Allah deyip şehitlik için ileri atılan dedelerimiz, Eğinli dedem, Ali Çavuş gibi sevmek… Mustafa Kemal'i sevmek …Kopan bacağını tüfeğinin dipçiğinin kayışıyla bağlayıp savaşarak ölen Ezineli Yahya Çavuş gibi sevmek… Çanakkale'de 19. Tümen 'in her bir neferi gibi sevmek… Sevmek… Ölmeyi emreden birini, Mustafa Kemal'i sevmek… Ölenleri dün olduğu gibi bugün de anlamak: "Benimle beraber burada muharebe eden askerler kesin olarak bilmelidir ki, bize verilen namus görevini eksiksiz yapmak için bir adım geri gitmek yoktur. Uyku, dinlenme aramanın, bu dinlenmeden yalnız bizim değil, bütün milletimizin sonsuza kadar mahrum kalmasına sebep olacağını hepinize hatırlatırım." Sevmek …Mustafa Kemal'i sevmek… Dün olduğu gibi bugün de bir adım geri gitmeyenleri ,gitmeyecekleri sevmek… Mustafa Kemal'i Sevmek… Ölümden kaçarken durup onu dinleyip ölüme koşmak… Sabah saatlerinde Mustafa Kemal 57.Alay'ı bir batarya ile Koca Çimen Tepe istikametinde harekete geçirdi. Kendisi de durumu izlemek için Conk Bayırı'na çıktığında Arı Burnu tarafından erlerin çekilmekte olduğunu gördü. Seslendi:"Niçin kaçıyorsunuz?""Efendim düşman" dediler"Nerede?""İşte, diye 261 rakımlı tepeyi gösterdiler.Düşmanın bir avcı hattı 261 rakımlı tepeye yaklaşmış ve ileri doğru yürüyordu. Askerlere,"Düşmandan kaçılmaz" dedi."Cephanemiz kalmadı" dediler."Cephaneniz yoksa, süngünüz var," dedi. "Ve bağırarak süngü taktırdı. Yere yatırdı... Ölmeyi emretti…Öldüler…O anlatıyor:"Yalnız size 'Bomba Sırtı olayını' anlatmadan geçemeyeceğim. Karşılıklı siperler arasında mesafemiz 8 metre, yani ölüm kesin... Birinci siperdekiler hiç biri kurtulamamacasına hepsi düşüyor; ikincidekiler onların yerine giriyor. Fakat ne kadar imrenilecek bir soğukkanlılık ve tevekkülle biliyor musunuz? Öleni görüyor, 3 dakika kadar sonra öleceğini biliyor, en ufak bir duraksama bile göstermiyor. Sarsılmak yok! Okuma bilenler ellerinde Kuran-ı Kerim, cennete girmeye hazırlanıyorlar. Bilmeyenler Kelime-i Şahadet getirerek yürüyorlar. Bu, Türk askerindeki ruh kuvvetini gösteren hayrete ve tebrike değer bir örnektir. Emin olmalısınız ki Çanakkale Muharebesini kazandıran bu yüksek ruhtur."…' Mustafa Kemal'i sevmek… Ölesiye sevmek… Dün değil bugün gibi sevmek… Bugün de ölmeyi bilmek..Ölen çocuklarının ardından Avusturalyalı annelerin acısını dindiren,onlara :"Bu memlekette kanlarını döken kahramanlar! Burada bir dost vatanın toprağındasınız huzur içinde uyuyunuz. Sizler Mehmetçiklerle yan yana, koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlâtlarını harbe gönderen analar, gözyaşlarınızı siliniz. Evlâtlarınız bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler, onlar bu topraklarda canlarını verdikten sonra artık bizim evlâtlarımız olmuşlardır." Diyebilen Mustafa Kemal'i sevmek. "Dağlarda tek tek ateşler yanıyordu.Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki şayak kalpaklı adam nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden güzel, rahat günlere inanıyordu ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında, birdenbire beş adım sağında onu gördü.Paşalar onun arkasındaydılar.O, saati sorduPaşalar: "Üç", dediler.Sarışın bir kurda benziyorduVe mavi gözleri çakmak çakmaktı.Yürüdü uçurumun başına kadar,eğildi, durdu.Bıraksalarince, uzun bacakları üstünde yaylanarakve karanlıkla akan bir yıldız gibi kayarakKocatepe'den Afyon ovasına atlayacaktı" … Atladı…Bir ayağı İzmir' de bir ayağı Ankara'da dimdik durdu… Sevmek.. Mustafa Kemal'i Nazım gibi sevmek… Cumhuriyetini emanet ettiği gençler gibi sevmek… 23 Nisan çocukları gibi sevmek. Dünyanın en aydınlık yüzü Türk kadınları gibi sevmek…Mustafa Kemal'i sevmek… Kütahya'da Kurtuluş savaşının ortasında, 2 yıldır görmediği oğlunun sekiz ay önce hastalıktan öldüğünü duyup el defterine, " oğlum İzzet sekiz ay önce ölmüş." diye not düşüp savaşa devam eden, İsmet Paşa kadar sevmek…Osmanlı Genelkurmay Başkanı ve Mareşali iken rütbelerini sıyırıp, onunla Anadolu'ya geçip yeniden kavgaya tutuşacak Fevzi Çakmak Paşa kadar sevmek.Mustafa Kemal'i sevmek… Erzurum'da bir yalnız adama, silahlarını teslim etmemiş tek Osmanlı ordusu olan 9 kolorduyu kendisiyle birlikte teslim edecek kadar çok inanıp, emrine girip, cenk edip, barışta karşı durup, ciltlerce kitap yazacak Kazım Karabekir Paşa kadar sevmek…Mustafa Kemal'i sevmek…Yağan yağmur altında,ayaklar çıplak yürürken hastalıktan,açlıktan ateşler içinde yanan bebesinin üzerindeki örtüyü alıp, cephane yüklü kağnının üzerine örten analar kadar sevmek…Mustafa Kemal'i sevmek… Kadın olup aşık olduğun adamdan, evladından, anandan, babandan daha çok sevmek Mustafa Kemal'i… Anlamak o kadınları, onları anlamak için kendilerini kurtarmaya gelen askerleri " Kemal'in askerleri" diye selamlamalarını anlamak, Afyon'da, Antep 'de, Maraş 'da, Eskişehir'de yani Anadolu'da, düşman işgali altında tecavüze uğrayıp, ölmemek…O acılar içinde sağ kalmak…Herkesin sattığı, terk ettiği, arkadan vurduğu ,hançerlediği bir halkı elinden tutup kaldırmak. Yokluğunu yokluklarına, gözyaşlarını gözyaşlarına, azmini, azimlerine ekleyip onlara haydi diyebileni sevmek… Yaşama azminin adının Mustafa Kemal olmasını anlamak… Namusun adının Mustafa Kemal olmasını, onurun, erdemin adının Mustafa Kemal olmasını anlamak… Bu toprağın kadını, erkeği, evladı olmak…Mustafa Kemal'i sevmek, tecavüze uğrayan o Anadolu kadınları gibi sevmek, tecavüzden kurtarılan o Anadolu kadınları analarımız, bacılarımız, kardeşlerimiz gibi sevmek… Dinimizi, milletimizi, devletimizi kurtaranları, Kemal'in askerlerini sevmek… Acıyı bilenler, unutmayanlar,unutmayacaklar gibi sevmek…Mustafa Kemal'i namus bilmek…Sevmek… İzmir'de ki o sevda anıtı gibi dimdik durmak…İzmir'e ilk giren Kemal'in askerlerinin Yunan askerleri tarafından şehit edilmesi üzerine o anıta Mustafa Kemal'in Türkiye'nin macerasını anlattığı Nutuk 'da kavgasının parolası ve işareti olarak yazdığı "Vatan ve Namus" diye yazan İzmirliler gibi sevmek ...Mustafa Kemal'i sevmek… Vatan ve Namus gibi sevmek…Mustafa Kemal'i Vatan ve Namus bilmek… Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür gençler gibi sevmek… Bağımsızlığı ve özgürlüğü sever gibi sevmek…Gelişmiş,büyük Türkiye'yi sevmek…Cumhuriyet'i…Devrimciliği… Milliyetçiliği…Halkçılığı…Laikliği…Devletçiliği sever gibi sevmek…Mustafa Kemal'i sevmek…Anti emperyalizmi sever gibi, sömürgeciliğe karşı duranları sever gibi… Türkiye'nin çınarlarını, çiçeklerini,bozkırını, bataklıklarını,denizlerini, havasını, kuşunu, kurdunu sever gibi ….Dünyanın aç ve yoksul çocuklarını sever gibi, çocuklarımızı sever gibi, insanları, doğayı sever gibi, dünyayı, iyiyi,doğruyu,güzeli sever gibi sevmek… Ulusalcılar gibi sevmek…Mustafa Kemal'i sevmek… Kursağından haram lokma geçmemiş çocuklar gibi sevmek…Hazreti Ömer'i bile kıskandıracak o büyük ahlakı sevmek… Yaratıp, kazanıp, anasının ak sütü gibi helal mallarının hepsini, ölünce milletine bağışlayanı sever gibi sevmek…O'nun kalpaklı fotoğrafı ellerinde ,oğullarının al bayrağa sarılı naaşlarının önünde "Devlet , millet sağ olsun" diyen şehit anaları gibi sevmek…Mustafa Kemal'i sevmek… Elmalılı hoca Mustafa Yazır gibi , Tuncelili Diab Ağa gibi sevmek…Kurtuluş savaşında tebdili kıyafet gezen Galip Hoca gibi sevmek…Sonra barışta Celal Bayar olup kavgalardan geçip, ölmeden önce " Atatürk seni sevmek ibadettir" diyerek sevmek…İzmir'de Yunan'a ilk kurşunu sıkan gazeteci Hasan Tahsin'in ruhunu şad edip, beş yıl sonra düşmanı kovup namusu ve şerefi yerden kaldırıp; İzmir'de , büyük kısmı hain iğfasına uymuş, İstanbul gazetecilerini toplayıp:" Türkiye basını, milletin hakiki sada ve iradesinin belirtisi olan Cumhuriyet'in etrafında çelikten bir kale vücuda getirecektir. Bir fikir kalesi, zihniyet kalesi. Basın mensuplarından bunu talep, Cumhuriyetin hakkıdır…" diyen Mustafa Kemal'i, doğumunun 125. yılında vefa ve minnet duygularıyla ilk günkü gibi sevmek…O'na karşı görevini yerine getirememenin utancıyla manda yürekleri çatlayıp ölemeyenler, intihar bile edemeyen dönekler,korkaklar, alçaklar, hainler, satılmışlar gibi değil… Mustafa Kemal'i Türk halkı gibi sevmek, Türk milleti gibi sevmek, Türkiye gibi sevmek, namuslu gazeteciler, yazarlar, yayıncılar gibi… Abartısız, yalansız, sade, duru, basit… Kanaltürk gibi sevmek… Mustafa Kemal'i sevmek… Onun bildiği gibi, "memleketimizin halini, ihtiyacını milletimizin elemlerini ve emellerini" bilmek…Mustafa Kemal'i sevmek… Sevdasını Vatan…Sevdasını Namus…Sevdasını Bayrak…Sevdasını Türkiye bilenler gibi sevmek…Esaret altında yaşamaktansa…Bu yoksul ve bitap milleti ayağa kaldıramamaktansa…Onun kazanımlarını koruyamamaktansa…Türkiye'yi muassır medeniyete, çağdaş; bilimde teknolojide, eğitimde, sağlıkta, adalette, emekte gelişmiş, çalışanın kazanacağı,eşit,kardeş, özgür insanların yaşadığı ülkelerin düzeyine ulaştıramamaktansa…Türkiye'yi tam bağımsızlık ilkesiyle yönetememektense…Türkiye'yi bilimden, aydınlıktan koparıp şeriata, karanlığa, irticaya, şeyhlere, tarikatlara teslim etmektense…Dağlarda çoban ateşleri yakacaklar gibi sevmek…Mustafa Kemal'i sevmek "Vatan ve Namus" demek…Başka da hiçbir şey demek değil…Düşmanlarına, döneklere, eski ve yeni mandacılara, takiyecilere, yalancılara, bin bir suratlı para kölelerine, mezarının önünde ağlayıp eğilip, sana ve devrimlerine kalleşlik edenlere inat…Seni her zamankinden daha çok seviyoruz… Doğumun, 125. yaşın kutlu olsun Mustafa Kemal…

Wednesday, July 12, 2006

BİR DERVİŞTEN NASİHATLER

Emanete ihanet etmeyin..

Halinizden şikayet etmeyin..

Büyüğünüze emretmeyin..

Boş şeylerde ısrar etmeyin..

Cahillerle sohbet etmeyin..

Nefesinizi boşa tüketmeyin..

İnsanları bekletmeyin..

Etrafınızı kirletmeyin.

Hayatınızı mahvetmeyin..

Kimseye minnet etmeyin.

İnsanları yüzüne karşı methetmeyin..

Kimseye küfretmeyin..

Kötülüğe meyil etmeyin..

Malınızı boşa sarf etmeyin..

Sırrınızı açık etmeyin..

Her şeyi merak etmeyin..

Suçunuzu inkar etmeyin..

Şerefinizi kaybetmeyin..

Vatanınızı terk etmeyin..

İyiliğe niyet edin..

Büyüklere hürmet edin..

Sıkıntıya sabredin.

Aza kanaat edin..

Sözünüzde sebat edin..

Bildiğinizle amel edin..

Hatanızı kabul edin..

Yaramaz ise def edin..

Varken tasarruf edin..

Alimlerle sohbet edin..

Nefsinizle inat edin..

Sofranıza davet edin..

Zararlıysa men edin..

Seviyorsanız ifade edin..

Kalpleri fethedin..

Misafire ikram edin..

Muhtaca yardım edin..

Bilseniz de istişare edin..

Tehlikeye dikkat edin..

Hakkı teslim edin..

Unutacaksanız kaydedin..

Esirgemeyin lütfedin..

Gariplere merhamet edin..

Kazanmaya gayret edin..

Çalışanı takdir edin..

Başarıyı tebrik edin..

Mazereti kabul edin..

Her an tevekkül edin..

Hastaları ziyaret edin..

Çocuğunuzu terbiye edin..

Herkese tebessüm edin..

Güvenseniz de kontrol edin..

İnanmayana ispat edin..

Fakirleri gözetin..

Hayır için sarf edin..

BANA DA DUA EDİN.